Yayın Detayları: Cumhuriyet, Sürdürülebilir Yaşam Eki, 25 Eylül 2012
Balık avlanma yasağının 1 Eylül’de sona ermesi ile Karadeniz, Marmara Denizi balıkları balık severlerin sofralarındaki yerini aldı. Eğer siz de lüfer, palamut, levrek, kalkan yemeği seviyorsanız, kötü haberim var. Bu balıkları bir süre sonra sadece kitaplarda görebileceksiniz. Çünkü bunlar ve diğer göçmen balıkların stokları hızla azalıyor. Boğaziçi Üniversitesi Ağustos ayında düzenlediği yaz okulu ile ortak doğal kaynak kabul edilen balık alanlarının yönetimi ve korunması ile bu alanların ve balık türlerinin karşıkarşıya olduğu sorunları akademisyenler, balıkçılar ve aktivistlerle birlikte masaya yatırdı.
Balık alanları dünyada ortak doğal kaynak olarak kabul ediliyor. Ortak doğal kaynakları belirleyen iki temel özellik var;
Balık avlanma yasağının 1 Eylül’de sona ermesi ile Karadeniz, Marmara Denizi balıkları balık severlerin sofralarındaki yerini aldı. Eğer siz de lüfer, palamut, levrek, kalkan yemeği seviyorsanız, kötü haberim var. Bu balıkları bir süre sonra sadece kitaplarda görebileceksiniz. Çünkü bunlar ve diğer göçmen balıkların stokları hızla azalıyor. Boğaziçi Üniversitesi Ağustos ayında düzenlediği yaz okulu ile ortak doğal kaynak kabul edilen balık alanlarının yönetimi ve korunması ile bu alanların ve balık türlerinin karşıkarşıya olduğu sorunları akademisyenler, balıkçılar ve aktivistlerle birlikte masaya yatırdı.
Balık alanları dünyada ortak doğal kaynak olarak kabul ediliyor. Ortak doğal kaynakları belirleyen iki temel özellik var;
1.
Kullanımlarının
kontrollü olması gerekiyor, fakat bunu sağlamak oldukça güç.
2.
Miktar
sınırlı olduğu için, kaynağı bir kişi kullandığında, diğer tüm kullanıcıların
hakları eksiliyor.
Yani, balık alanlarında ticari balıkçılık
yapan herkes istediği zaman, istediği kadar avlanamıyor. Balık sayısı sınırlı olduğundan, bir
balıkçı avlandığında bu diğerlerinin rızkını azaltıyor.
Yakın zaman kadar, ortak doğal kaynak
sayılan balık alanları balık üreten fabrikalar gibi düşünülüyor ve yönetimleri balık miktarı yönetimi
şeklinde yapılıyordu. Bilimsel
araştırmalar bu yaklaşımın son derece sorunlu olduğunu gösterdi. Çünkü fabrika gibi insanların kurduğu
üretim sistemleri, değişkenliği ve çeşidi kontrol etmesi zor olduğu için
azaltarak, yönetimi kolaylaştırmak için tahmin edilebilir şekilde
tasarlanıyorlar. Oysa ki balık
alanlarının her biri bir eko-sistemdir, başka eko-sistemler ile etkileşirler,
varoluşları değişkenliğe, türlerin zenginliğine bağlıdır. Bu özelliklerinden dolayı karmaşık
sistemlerdir, işleyişlerini ve davranışlarını tahmin etmek zordur. Ayrıca incelenip analiz edilirken
bütüncül bir bakış açısı gerektirirler.
Kısacası ortak doğal kaynakların yönetimi klasik işletme mantığından çok
daha farklı bir yönetim anlayışına ihtiyaç duyar.
Bu yeni yönetim anlayışı doğal kaynağın
yeniden tanımlanması ile işe başlamalıdır. Bu tanım ancak doğal ve sosyal
bilimleri birleştiren bir köprü kurularak yapılabilir. Çünkü yeni anlayış,
sosyal öğrenme, kurumların öğrenmesi gibi sosyal kavramlara ihtiyaç duyar. Yeni yönetim anlayışının var olanlardan
bir diğer farkı özellikleridir. “Resilience” tam Türkçe karşılığını bulamadığım
bir kavram. Bazı kitaplarda “dirençlilik”
olarak tercüme edilmişse de “resilience” kavramını bütünüyle ifade
edemiyor. Yine de daha iyi bir
karşılık buluncaya kadar bunu kullanacağım. Ortak doğal kaynaklar yönetiminin özelliklerinden ilki
“dirençlilik” olmalıdır.
Dirençlilik, zaman içinde ortaya çıkan baskı ve şoklara kendi kendini
organize ederek, öğrenerek, yapısını ve işleyişini uyarlayarak uyum
sağlayabilmeyi gerektirir. Yeni
yönetim yapısal olarak, ortak doğal kaynaklar karmaşık sistemler olduğu için
farklı düzeylerde yani yerel, bölgesel ve ülke bazda işlemelidir. Ortak doğal
kaynaklar merkezi şekilde yönetildiklerinde bazı gruplara ayrıcalık tanır hale
dönüşmektedir. Bu nedenle, yeni
yönetim anlayışının bir diğer önemli özelliği, hükümet yetkilileri ile birlikte
ortak doğal kaynağın kullanıcılarına, bilim insanları ile uzmanlara ve gelecek
nesillerin haklarını savunan kişilere söz hakkı veren, karar mekanizmasına
dahil eden ortak yönetim anlayışına sahip olmasıdır. Güven ortamını tesis eden şeffaflık ilkesini benimsemesi de
çok önemlidir.
Kolombiya’da balıkçılarla yapılan, balık
alanlarının yönetimi ve tükenen balık türleriyle ilgili bir alan çalışması,
önerilen yeni sosyo-ekolojik temelli ortak doğal kaynak yönetimi hakkında aydınlatıcı
ipuçları vermiştir.
o
Konun
muhatapları arasındaki sağlıklı iletişim, balık alanlarının ve balık türlerinin
korunmasını kolaylaştırmaktadır.
o
Balıkların
bol olduğu fikri aşırı avlanmayı körüklemektedir.
o
Muhataplar
arasında iletişim olduğunda aşırı avlanma eğilimi tersine dönmekte, koruma
çalışmaları etkin yapılabilmektedir.
o
Karar
mekanizmaları muhataplara eşit katılım sağlamadığında bazı taraflar
(aracılar, maddi güce sahip endüstriyel balıkçılar) ayrıcalıklı hale
gelmekte ve kaynağın yönetimini şekillendirmektedir.
ÜLKEMİZDE DURUM
Türkiye’deki balık alanlarının yönetimi
konusundaki gelişmelere ve varılan en son noktaya bakalım. Ülkemizin üç tarafı denizlerle çevrili
olmasına, Marmara Denizi gibi bir iç denize sahip olmasına rağmen, balıkçılıkla
ilgili ilk resmi kuruluş olan Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü 1970’li
yıllarda oluşturulmuştur. Fakat
beş yıl içinde kapatılmıştır. Su
ürünleri kanunu çıkarılmış ancak gelişmelere ayak uyduramamıştır. Neredeyse 2012 yılına kadar balıkçılık
ve balık alanlarının kontrol ve idaresi balıkçılara bırakılmıştır. Denizlerdeki balıkçı tekne sayısı
1990’lı yıllarda 9 bin civarındayken 2012’de 18 bine yükselmiştir. Sayı ile birlikte tekne boyları artmış,
kullanılan teknolojiler gelişmiştir.
Bu artış kontrolsüz ve hesapsız olmuştur. Sonuç olarak balık yakalama kapasitesi artarken, balık
sayıları aynı kalmış ve 2000 yıllarda yakalanan balık miktarlarında çöküş
yaşanmıştır. 1-3 deniz mili açıkta
avlanan tekneler aynı miktar balığı yakalamak için şimdi 6-7 deniz mili açığa
gitmeleri gerekmektedir. Keza
derin sulardaki balık sayıları çok daha ciddi boyutta azalmıştır. Avlanan balık miktarları azalırken
balıklar da ufalmaktadır.
Balıkçılarda “balık benim” anlayışı hakimdir ve ortak doğal kaynak
olduğunu düşünmemektedirler. Türkiye’de
yaygın olarak iki tür balıkçı vardır.
İlki daha çok kıyıya yakın avlanan küçük balıkçılardır. Bunların tekneleri ufaktır ve yüksek
teknoloji kullanmazlar. Diğeri
büyük tekne sahibi endüstriyel balıkçılardır. Genellikle kıyıya uzak derin sularda avlanırlar. Tekneleri büyüktür ve teknoloji
kullanırlar. Küçük balıkçılar,
lisans alma gibi bürokratik işlemleri kolaylaştırdığı için balıkçı kooperatifleri
kurmaktadır. Türkiye’de iki yüz
civarında balıkçı kooperatifi vardır. Pekçoğu aktif değildir.
Çünkü endüstriyel balıkçıların baskısı altındadırlar. Küçük balıkçılar ile endüstriye
balıkçılar arasındaki çatışma balık stoklarının azalmasından dolayı giderek
yoğunlaşmaktadır. Endüstriyel
balıkçılar açık denizlerdeki stokları tükettikleri için kıyı balıkçılarının
avlanma alanlarına girmek istemektedirler. Finansal açıdan güçlü olan endüstriyel balıkçılar, balık
alanlarının merkezi yönetimden kaynaklanan zaafiyetten yararlanarak devletle
güçlü ilişki geliştirerek, bir yandan balıkçılık politikalarını kendi çıkarları
doğrultusunda yönlendirmekte diğer yandan küçük balıkçılar üstünde baskı
oluşturmaktadırlar. Buna en güzel
örnek, Ağustos ayında yürürlüğe giren 3/1 Numaralı Ticari Amaçlı Su Ürünleri
Avcılığını Düzenleyen Tebliğ’in hazırlanmasında yaşananlardır. Tebliğin hazırlanması için Gıda, Tarım
ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından balıkçı kooperatiflerine, üniversitelere,
endüstriyel balıkçılara çağrı yapılıp, önerileri alınmıştır. Sonra Bakanlık, bunların arasından
uygun gördüklerini ki neden uygun görüp neden görmediğini açıklamadan
şeffaflıktan uzak bir şekilde, görüşmek üzere konunun muhataplarını toplantıya
çağırmıştır. Fakat toplantının
açılışında kavga çıkmış, ortak karar alınamamıştır. Tebliğ endüstriyel balıkçıların istediği şekilde
şekillenmiştir. Tebliğin ne kadar
başarılı uygulanacağı ayrıca büyük bir soru işaretidir. Bakanlığın karar mekanizmasında
bilimsel danışma kurulu olmayışı ciddi bir eksikliktir. Bakanlığın izlediği yol ve uyguladığı
yöntem açık, net ve şeffaf değildir. Tebliğin tek sevindirici yanı bazı balık
türlerinde avlanan balık boylarını artırmasıdır.
Sayıları hızla azalan balıklarımızı
korumak istiyorsak ortak doğal kaynak olan balık alanlarının yönetiminde
katılımcı, paylaşımcı, bilimsel temelli, bütüncül ve şeffaf bir yönetim
anlayışı benimsenmelidir.

