Gezi
Parkı’nın kamusal ortak alan olarak kalması için başlayan park savunması, üç
hafta içinde şahit olduğumuz gelişmelerle, bizi kanıksadığımız kalıplar içinde
sürdürdüğümüz yaşamlarımızdan koparıp uzaklaştırdı, bireysel ve toplumsal
boyutta önemli taşları yerinden oynatarak, insan, vatandaş ve seçmen
kimliklerimizi sorgulamamızı sağlayarak toplumsal bir harekete dönüştü. Değişiyor, tazeleniyor, canlanıyor ve
soruyoruz: Nasıl yaşamak istiyorum?
Nasıl bir ülkede yaşamak istiyorum? Yaşadığım ülke nasıl yönetilsin istiyorum? Ülke yönetiminde nasıl bir rol almak
istiyorum?
DEĞİŞİM,
ÇATIŞMA KORKUTUR
Değişim alışılagelmişten
vazgeçmek, yerine denenmemişi koymak demektir. Arabanın rahatından vazgeçip satarak, toplu taşımaya,
bisiklet kullanmaya ve daha çok yürümeye başlamak gibi. Meslek değiştirmek gibi. Sizin için önemli ve değerli bir doğa
parçasını korumak için aktif olmaya karar verip tanımadığınız insanlarla
birlikte çalışmaya başlamak gibi.
Değişim için niyet şarttır.
Niyet olsa bile, değişim bilinmeyenleri beraberinde getirdiği için güven
hissini zayıflatır ve dolayısıyla korkuyu artırır. Bu hislerle başedip, yenebilmek ve değişimi başlatabilmek ancak
değişime hazırsanız ve buna gücünüz varsa mümkündür. Bu nedenle, değişim zorlu bir süreçtir.
Toplumsal
ortaklık ve çatışma değişimi başlatan araçlardan ikisidir. Toplumsal ortaklıkla gelen değişim
göreceli olarak sakin ve yavaş iken, çatışma değişim dinamiklerini ve
yayılmasını hızlandırır. Çatışmadan sakınılır, korkulur. Oysa çatışma normaldir ve iyi
yönetildiğinde yapıcıdır. Uzun
yıllar çatışma yönetimi üzerinde çalışmış olan Arnold Mindell “Ateş Üzerinde
Oturmak: Çatışma ve çeşitliliği kullanan geniş grup dönüşümü” adlı kitabında ilginç
bir yorum yapmış, “İyi toplumlar savaşır” diyor. Savaşı çatışma, çatışmayı da farklı duygu, düşünce, inanç ve
değerlerin sindirilmeyip kendini ifade etmesi olarak tanımlıyorum. Demokratik dünyanın barış ve uyuma
bağımlı hale geldiğini, çatışma, sorun ve acıyı saklamaya çalıştığını, bu
nedenle farklı alanlarda kamunun tacize uğradığını söylüyor. Verdiği örneklerde biri, gazetelerin
ana akımdan farklı azınlık gruplara ait bilgileri haber yapmaması veya bunları
suçlu, güvenilmez kişiler olarak tanıtması. Kamusal tacizin tarihsel bir geçmişi olduğunda halkın
çoğunluğu konuşmaktan korkuyor. Gücü
elinde tutan ana akımdan farklı iseler, görünür olmaya, seslerini çıkarmaya
korkuyorlar. Çünkü ortaya
çıktıklarında savunmasız kalacaklarını düşünüyorlar ve olabilecekleri tahmin
edip sessizleşiyorlar. Bu durumdan
en çok devlet ve ana akım güçler besleniyor. Çünkü devlet değişimi başlatma enerjisine sahip çatışmayı ve
farklılığı sevmiyor. Bunlar
devletin toplumları kontrol altında tutmasını güçleştiriyor. Kamu tacizi gücü elinde tutmak
isteyen devlet tarafından desteklenebiliyor ve hatta devlet politikaları ile bizzat
yapılıyor. Sesini yükselten
diğerlerini suça teşvik ettiği gerekçesiyle suçlu ilan edilebiliyor. Tek bir örnek anlattıklarımı
pekiştirmeye yetecektir. Darbe
sözcüğünün tanımına bakalım.
Elimde 1969 basımı Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü var ve darbeyi şöyle
tanımlıyor: Hükümeti yasa dışı yollardan ele geçirme. Türk Dil Kurumu sitesine bugün baktığımda, darbenin tanımı
şu şekilde verilmiş: Bir ülkede baskı kurarak, zor kullanarak veya demokratik
yollardan yararlanarak hükûmeti istifa ettirme veya rejimi değiştirecek biçimde
yönetimi devirme işi. Dil bilim
açısından ne oldu da “darbe” tanımı bugün demokratik yollardan hükümeti istifa
ettirmeyi kapsar oldu? Bu resmi
tanıma göre sokakta “hükümet istifa” diye bağıran, balkonlarda tencere-tava
çalan herkes “darbeci” oluyor ve üstelik örnek olarak başkalarını suça teşvik
ederek suç işliyorlar.
Gezi Parkı’nda kamu
tacizine karşı gelişen çatışma ve beraberinde getirdiği, insani, yaşamsal
değerler üzerinde yükselen, mizah ve eğlence ile renklenen, dayanışmayla
güçlenen toplumsal ortaklık güçlü bir değişim enerjisini açığa çıkardı. Bakalım bu toplumsal ortaklığın
başlattığı değişim nereye evrilecek?
GEZİ SAVUNMASI TOPLUMU NELERLE TANIŞTIRDI VE
NELERE İLHAM OLDU?
Gezi kütüphanesi,
Park Bostan veya Gezi Bostan, sivil itaatsizlik eylemleri, mizahla beslenen şiddetsiz
iletişim, duranadamlar, durankadınlar, Gezi şarkıları, tencere tava
orkestraları, ortak akıl toplantıları, park forumları...
Gezi savunması
ile yaşananlar gösterdi ki, demokrasi ile, yani bizi belirli bir dönem
süresince mecliste temsil edecek ve bu dönem süresinde bizim adımıza karar
verecek kişileri seçme hakkı ile sınırlı kalan yönetim şekli yetersizdir ve
başarısız olabilir. Derin demokrasi
(deep democracy) diye adlandırılan yüzyüze konuşma esasına dayalı, her kişinin ve
kesimin çekinmeden sesini duyurabileceği, herkes tarafından susturulmadan
dinleneceği, önceliği karar vermek olmayan, konuları konuşup tartışarak açıklık
kazandırmayı, farkındalığı zenginleştirmeyi önemsiyen yönetim anlayışı bir yol
olabilir. Park forumları sanki derin
demokrasinin ilk tohumlarını atıyor.
Evrende değişim
değişmez bir kural. Ve belki Gezi
savunmasıyla başlayan çatışmanın harekete geçirdiği değişim dinamikleri,
alışılagelmiş paradigmaları yıkıp, ilkesi doğrudan katılım olan, yeni, enerjik
ve bambaşka bir yönetim biçimine evrilecek.