Birkaç gün önce Amerikalı danışmanımdan gelen makaleyi
okuyunca bu ayki yazımın konusu belli oldu. Michael Schulson tarafından kaleme alınan
¨Nasıl Seçmeli?¨ başlıklı yazı şu cümle ile başlıyor, ¨Mantığınızın yararsız
olmanın da ötesinde hiç işe yaramaz olduğu durumlarda, bazen en mantıklı seçim
karanlığa rastgele atış yapmaktır¨.
1970’li yıllarda
Amerikalı genç bir antropolog olan danışmanım Michael Dove Endonezya’da
yaşayan, Kantu diye bilinen, balta girmemiş ormanlarda geçimlik tarım yapan
çiftçileri araştırmak için yola çıkar.
Kantular ormanın belirli bölümlerini yakıp alan açmakta, açtıkları bu
alanlarda tarım yapmakta ve bu döngüyü dönemsel olarak
tekrarlamaktadırlar. Çiftçiler tarım
için açacakları araziyi belirlerken gelenekselleşmiş ve ruhani boyut kazanmış
bir nevi kuş gözlemciliğine dayalı törensel bir yöntem kullanmaktadırlar. Bazı kuş türlerinin Tanrı’dan işaretler
getirerek insanlara yol gösterdiğine inanırlar.
Tarım için açacakları alanı belirlerken ormanda yürürler ta ki bu kuş
türlerinden birkaçını aynı anda görünceye kadar. Kuşları birlikte gördükleri yerde ormanı
açıp, bitkilerini yetiştirmeye başlarlar.
Dove bu kuşların
bir çeşit ekolojik gösterge olabileceğini ve Kantulara alanla ilgili bir şeyler
söylediklerini düşünür. Belki bu
kuşların olduğu yerde toprak daha verimli veya ağaçlar orman açmaya elverişlidir. Kantuları uzun süre izler, kuşları gözlemler,
çiftçilerin hasadını ölçer ve aralarında mantıksal bir ilişki bulmaya çalışır. Fakat işin içinden çıkamaz. Çünkü her geçen gün bu insanların verilere
dayalı mantıksal bir seçim yapmadıklarına fakat zar atar gibi şansa bağlı
rasgele davrandıklarına ikna olur. Şu soruyu sorar, peki bu kutsal tören
rasgele bir seçimi sağladığı için yararlı olabilir mi? Kantuların hasadı hava durumu, yağmur
miktarı, böcek istilaları, nehir seviyesinin yükselmesi gibi önceden
öngörülemeyen, bilinmeyen, tahmin edilemeyen ve de kontrol edilemeyen her yıl değişkenlik gösteren pek çok etkene
bağlıdır. Sayısız bilinmeyenin olduğu bu çok değişken ortamda karar vermesi
gereken insanoğlu sistemsel bir yöntem geliştirmeye meyil eder. Kantular da ormanda açacakları alana karar
verirken bazı etkenleri seçip diğerlerini yok varsaymak yerine, bütün etkenleri
hesaba katan bu rasgele seçim yöntemini geliştirmişlerdir.
Modern dünyanın
insanı olarak bize Kantuların rasgele yöntemi temelsiz gelebilir. Çünkü biz belli bir konuda karar verirken kafamızda
ulaşmak istediğimiz net bir amacımız vardır.
Karar verme sürecinde önce seçeneklerimizi gözden geçirir, sonra elimizdeki
verilere bakarız, ki bunların bir kısmını kendimiz deneyimleyip ölçerek bir
kısmını kişisel tahminlerle veya güvenilir bulduğumuz başka kaynaklardan elde
etmişizdir. Bir takım varsayımlar yapar,
kimi seçenekleri veya verileri yok sayan indirgemeci mantıksal bir süreç
kullanarak seçimimizi yaparız. Çocuğumuzu
göndereceğimiz okulun seçiminden, bizi
temsil edecek milletvekillerin seçimine kadar pek çok seçim kararını verirken
bu şekilde hareket ederiz. Modern
dünyada bu karar verme sürecinin en iyi kararları vereceği kabul edilmiştir.
Oysa ki
Kantuların karar verme sürecinde olduğu gibi şans faktörüne yer veren karar
verme süreçleri belli durumlarda en iyi kararların verilmesini sağlayabilirler.
Schulson yazısında şans faktörünün ilginç
özelliklerine değinir. Örneğin; rüşvet, iltimas, psikolojik baskı gibi olumsuz etkenleri
karar sürecinin dışına iter, suçlama ve
pişmanlık duygularına neden olmaz, çabuk anlaşılır, kolay uygulanır ve ekonomik
anlamda masrafsızdır. Sonuç olarak alacağınız
kararı kadere bağlayıp sonucunu olduğu gibi kabul edersiniz. Schulson, mantığa
dayanmayan karar verme mekanizmalarının mantıklı olduğu durumları araştıran Peter
Stone’un çalışmalarına değinerek, şansa dayalı karar vermenin iç rahatlatıcı
olduğunu yazar. İç rahatlatıcı olması
karar verme sürecini etkileyen, istenmeyen her çeşit baskı ve etki unsurunu
ortadan kaldırmasıdır. Ayrıca sonucun kabullenilmesi daha kolaydır.
Şans faktörüne
yer veren kura ile seçim veya kura ile atama pratiğinin (İngilizcesi
‘sortition’) tarihi eski Yunana uzanır.
Schulson Jean-Jacques Rousseau’nun ¨Sosyal Sözleşme¨ kitabına atıfta
bulunarak, Rousseau’nun ideal demokrasilerin kura çekilişlerini kullanarak her
yurttaşa hükümetin herhangi bir bölümünde çalışmak için eşit şans vermesi
fikrini savunduğunu yazar.
Ülkemizde kura
ile atama pratiğine hiç yabancı değiliz.
Devlet kendisi için çalışacak öğretmen, doktor, asker, hakim ve
savcıları yıllardır kura yöntemi ile görev yerlerine atamaktadır. Fakat kura ile atama pratiği diğer yöne
çalıştırılmamıştır. Yani yurttaşların
kendilerini yönetecek devlet görevlilerini kura ile ataması ülkemizde
yapılmamaktadır. Yaklaşan
cumhurbaşkanlığı seçimlerini göz önüne alarak, şu soruyu sormak istiyorum:
Adaylar oy çokluğuna göre değil kura ile seçilseydi ne olurdu?
Schulson’a göre,
tarihçi Robert Finlay ¨Rönesans Venedik’inde Politika¨ isimli kitabında sayılı
güçlü ailelerin ve etkin grupların Venedik’e hakim olduklarını ve başkan
seçiminde herhangi bir aile veya grubun etkin olmasını engellemek için
başkanlarını kura ile seçtiklerini yazar.
Ağustos ayında T.C. Cumhurbaşkanı ilk defa yurttaşları tarafında
seçilecek. Fakat adayları yurttaşlar belirleyemedi. Belli sayıda milleti temsil eden vekil bir
araya gelip seçtikleri kişileri aday yaptılar. Milletin vekillerinin seçtiği adayların ikisi
kendi partilerinden tek aday, biri birkaç partinin desteklediği çatı aday. Günümüz Türkiye’sinde partiler ve parti
başkanları o kadar güçlü ki politikayı onlar yönetiyor. Cumhurbaşkanı adaylarını da onlar belirlediler. Bu nedenle yurttaşlara verilen oy vererek
seçmek, özünde etken değil edilgen bir görev.
Her parti kendi adayının seçilmesi için kıyasıya bir mücadele içinde yurttaşların
vereceği kararı etkilemeye çalışıyor.
Her seçimde olduğu gibi bu seçim sürecinde de şahit olunan ve olunabilecek; oy satın alma,
rüşvet verme, oy verme işleminde ve sandıkta oy sayma sürecindeki
sahtekarlıklar, medyayı kullanarak tek yönlü sınırsız propaganda yapma ve bazı
adaylara tanınan ayrıcalıklar gibi olumsuzluklar nedeniyle, yurttaşlar seçimi
ve sonucunu kabullenmede sıkıntı yaşayacaklar.
Oysa yurttaşlar
cumhurbaşkanını kura ile seçecek olsaydı, oy çokluğunu elde etmek için
partilerin verdiği bu mücadele anlamını yitirecekti. Partilerin ve parti başkanlarının
yurttaşların seçme sürecine etkisi sıfırlanacaktı. Seçim propagandası için milyarlar
harcanmayacaktı. Bu nedenle yurttaşların
oy verme sürecindeki görevleri nispeten daha etkin olacaktı. Bu fikir, mantığı politikadan tümüyle uzaklaştırmıyor. Bu bağlamda aday belirme sürecinde partiler
ve parti başkanlarının değil, yurttaşların daha etkin olacağı politik
mekanizmalar geliştirilebilir.
Cumhurbaşkanı
adaylarını yurttaşların kendilerini temsil eden vekiller aracılığıyla belirlediğini
ve belirlenen adaylar arasında seçimi kura ile yaptıklarını hayal edin. Şans faktörüne yer veren böylesi bir seçim
süreci hangi ezberleri ve planları, nasıl ve neden bozardı?