Evi ile işi arasında gidip gelen, tek başına çocuk yetiştiren bir kadını aktiviste dönüştürüp, sokaklarda aylarca eylem yapmayan iten güç nedir?
Çocuğuna ve gelecek kuşaklara karşı hissettiği sevgi, şefkat duygusu mu?
Daha doğmamış kuşakların yaşam haklarına karşı sorumluluk hissi mi?
Anne ve kadın olmasından kaynaklanan çocuğunu, sevdiklerini ve yaşamı koruma içgüdüsü mü?
Doğa saygısı mı?
Mantığı mı?
Yüreği mi?
2006 yılında Türk hükümeti Türkiye’de nükleer santral kurulması için çalışmaların başlayacağını kamuoyuna açıkladı. Nükleer enerjinin yarattığı sorunları araştırmaya ve gelişmeleri yakından takibe başladım. O günlerde elime geçen “The Ecologist” dergisinde, nükleer enerji santrallarının yarattığı tehlike ve riskleri anlatan bir makale nükleer karşıtı olmama yetti. Nükleer Karşıtı Platform’a katıldım. Moğalların çok beğendiğim “Birşeyler Yapmalı” şarkısının vurgul
adığı gibi birşeyler yapmak gerektiğini
hissediyordum. 2006 yılından 2008 yılı sonuna kadar geçen ve hükümetin Nükleer yasa çıkarmasından, nükleer enerji hakkında kamuoyunu eksik ve yanlış bilgilendiren propagandasına, nükleer santral ihalesine uzanan iki yılı geçen süreçte bireysel protesto eylemimi gerçekleştirdim. “Nükleer Yasaya Karşı Yürüyorum! Nükleere Karşı Yürüyorum! Çünkü Nükleer Öldürür” yazdığım basit bir karton parçası ile İstanbul sokaklarında ve Türkiye’nin farklı şehirlerinde yürüdüm. Amacım sokaklarda yürüyerek halk arasında “Nükleer Yasaya” ve sonuçlarına karşı farkındalık yaratmak; soru işaretleri oluşturmak; insanların duyarsız, ilgisiz kalmamalarını sağlamaktı.
Yürüyerek protesto eylemi, yetiştiriliş tarzıma ve parçası olduğum çevreye, kültüre aykırıydı. Türkiye’de protesto ve eylem sözcükleri insanların kaşlarını kaldırmalarına yetiyor. Bu sözcükler ben de bile polis tarafından sürüklenerek götürülen eylemcileri çağrıştırır. İlk başlarda olumsuz düşünmemekle birlikte aile çevremin, arkadaşlarımın sokaklarda yürüme eylemimi nasıl karşılayacaklarını bilemiyor, tedirginlik duyuyordum. Sokağa çıktığım anda toplumdan nasıl bir tepki göreceğimi de bilmiyordum. Bu tedirginliğimi daha da artırıyordu.
Nükleer enerjiye karşı yürüme eylemim mümkün olduğunca uzun süreli olmalı ve geniş halk kitleleri tarafından farkedilmeliydi. Bir yandan insanları nükleer enerjinin tehlikelerine karşı dikkatlerini çekmek istiyor diğer yandan bilinir olmak istemiyordum. Bir kere sokağa çıkınca pekçok insan tarafından farkedilecek ve ileride hatırlanacaktım. Bu düşünce beni huzursuz ediyordu. Diğer yandan, biliyordum ki ne ile karşılaşırsam karşılaşayım başladıktan sonra vazgeçmemeliydim. Bu eylemde kişisel sınırlarımı zorladım, eylemci yönüm gelişti ve beni inandığım doğruları savunmak için daha cesur, atak yaptı.
Son derece haklı ve doğru bir nedenle yapacağım eylemi nasıl konumlandıracağım ve yapacağım önemliydi. Barışcıl, huzurlu, olumlu, bilgilendirici, dikkat çekici, akılda kalıcı olmalı ve insanlarda nükleer enerji konusunda soru işaretleri oluşturmalıydı. Devletin bir vatandaşı olarak devletin nükleer santral yapma kararına karşı çıkacaktım. Eylemim toplum için bir örnek teşkil edecekti. Bu düşünceler ve karmakarışık duygular içindeydim. Benim için en net olan eylemimin haklı ve doğru gerekçesiydi. “İnsan hayatı, nükleer enerji ve paradan daha değerlidir”.
Nükleer enerji santrallarının ürettiği radyoaktif atıklar binlerce, onbinlerce yıl insanlığı ve tüm canlıları tehdit edecek. Radyoaktif atıkların saklanması ciddi sorunlar yaratıyor. Nükleer santral sahibi hiçbir ülke bunları çözebilmiş değil. 50-60 yıl enerji üreten bir radyoaktif nükleer enerji santralı, ekonomik ömrünü tamamladıktan sonra ne olacak? Her ay gazetelerde nükleer santral kazası haberi çıkıyor. Nükleer enerji, yenilenebilir enerji kaynağı değil. Santral yapımı teknik ve finansal açıdan bizi yurtdışına bağımlı kılacak. Yatırım maliyeti çok yüksek. Söküm maliyetleri tam olarak hesaplanabilmiş değil. Terörist saldırılara hedef olabilir...
Aylar süren eylemimin her safhasında, öncelikle kızım, sonra ailem ve arkadaşlarım hep yanımdaydılar. Bana güç veren, yol gösteren onların desteği oldu.
Daha önce hiç basının karşısına çıkmamıştım. 18 Kasım 2006’da ilk basın açıklamamı yaparak, TORUNLARIMA VE ONLARIN ÇOCUKLARINA NÜKLEERLE KİRLENMİŞ BİR ÜLKE MİRAS BIRAKMAK İSTEMİYORUM! diyerek yürüyüşümü başlattım.
Elimde taşıdığım “Nükleer Öldürür! Nükleere Hayır” yazan kartonumla, İstanbul’da Kadıköy, Maltepe, Kartal, Acıbadem, Kızıltoprak, Fenerbahçe, Üsküdar, Harem, Moda, Caddebostan, Bağdat Caddesi, Göztepe, Beşiktaş, Ortaköy, Eminönü, Karaköy, Taksim, Beyoğlu, Nişantaşı, Teşvikiye, Etiler semtlerinde kilometrelerce yol yürüdüm. “İnsan hayatı nükleer enerjiden daha değerlidir”. Bu evrensel doğru, eylemim sırasında her zaman ve her yerde kabul gördü, desteklendi. Sokakta karşılaştığım insanlar eylemime büyük ilgi ve destek gösterdiler. Arkadaşlarım, tanıdığım, tanımadığım pekçok kişi yürüyüşlerime katıldı.
Halktan bir insan olarak yaptığım bu basit, barışçıl yürüyüş eylemi beni yurtiçi ve yurtdışında nükleer karşıtı insanlarla buluşturdu. Davet edildiğim Ankara, Bursa ve Antalya’da, eylemimi destekleyenlerle birlikte yürüdüm.
Yürüyüşlerimde, Sivil Toplum Kuruluşlarına uğrayıp karşı olma gerekçelerini öğrendim, desteklerini aldım. Bu ziyaretlerimden birinde, Çiftçi Sendikaları Başkanı Abdullah Aysu, santrallerin yaydığı radyoaktivite toprağa ve ota bulaşınca, ottan hayvanlara, hayvanlardan süte, sütten süt ürünleri vasıtasıyla insanlara geçeceği ve böylece gıda zincirine bulaşıp, insanları zehirleyeceği için nükleer santrallere karşı olduğunu açıkladı.
Sanatçılardan destek istedim. Bale sanatçısı Zeynep Tanbay, Türkiye’de ve dünyada nükleer santral yapımına karşı olduğunu söyledi. Ünlü heykeltraş ve mermer işçisi Mehmet Aksoy "Kibele- Doğa ana iyi ve kötü çocuklarını koynunda taşır. Kötü çocuklarını gerekirse kendi elleriyle öldürür" sözleriyle doğaya karşı yürütülen her çabanın boşa olduğunu hatırlattı. Mehmet Aksoy, “ Ne kadar güvenli olduğu iddia edilirse edilsin kaza riski var. Bu çok düşük bir oran bile olsa var. Var olan birşeyi yok saymak hata. Elektrik için bu riski almak ve büyük tehlikeleri göze almak yanlış” sözleriyle nükleer enerjinin yaratacağı riski vurguladı.
Gazete ve dergiler eylemimi anlatan yazılar yayınladı. Ben de yazdım. Nükleer yasanın izlediği süreci takip eden basın açıklamaları yaptım, milletvekillerine, Cumhurbaşkanına mektuplar gönderdim, radyo programlarına katıldım.
Gazete ve dergiler eylemimi anlatan yazılar yayınladı. Ben de yazdım. Nükleer yasanın izlediği süreci takip eden basın açıklamaları yaptım, milletvekillerine, Cumhurbaşkanına mektuplar gönderdim, radyo programlarına katıldım.
Yürüyüş eylemim sırasında ilginç, unutulmaz anılarım oldu.
En anlamlı yaşgünü hediyemi 20 Nisan’da Kadıköy Belediyesi Sağlık Ve Sosyal Dayanışma Vakfı (KASDAV), Feneryolu Gönüllülerine yaptığım konuşmada aldım. “Nükleere Karşı Yürüyüşümü” desteklediler ve teşekkür plaketi verdiler.
Arkadaşım Çiğdem ve 11 yaşındaki oğlu Dersu ile İstiklal Caddesinde "Nükleer Yasaya KARŞI Yürürken”, Dersu bu yürüyüşün verdiği ilhamla bir şarkı yazdı.
"Nükleer Yasa öldürür,
Hayatı söndürür,
Nükleer Yasaya karşı olalım,
Hayatları kurtaralım.
Bu nükleer gazı bu zehirli maddeyi durduralım,
Umutları artıralım.
Doğal enerjiye ulaşalım,
Güneşe, buluta, ağaca bunların hepsine,
Sizin yardımınızla. "
Ayakkabı tamircim Mehmet Usta’ya uğradığım bir gün yaptığım eylemi anlattım. Bu okumamış ama akıllı genç bir adam "Ben de karşıyım. Türkiye'nin üç yanı denizlerle çevrili, neden denizden enerji üretilmiyor? Boğazın akıntısı kullanılarak elektrik üretilmez mi?" diyerek şaşırttı beni. Bunu bu küçücük dükkan içinde tüm gün ayakkabı tamir eden bu adam düşünüyor da neden devlet büyükleri düşünmüyor?
Yürüyüşlerimden birinde kuşları besleyen yaşlı bir bey, elimdeki kartona merakla bakıp "Bu nedir? Neden yürüyorsunuz? " diye sordu. Nükleer yasadan ve Türkiye'de kurulması planlanan 3 nükleer santralden bahsedince "Rusya'da yaşanan kazanın yarattığı hastalıklarla Karadeniz yıllardır boğuşuyor. Hala akıllanmadılar" diyen Mahmut İnal emekli öğretmen, Köy Enstitülerinde eğitim görmüş, eğitim vermiş. "Ben de yanlış bir şey gördüğümde uyarırım insanları. Doğruyu bilip inandığında insanları uyaracaksın " diyerek bana eşlik etti.
Bugüne kadar vatandaş olarak, yasaların hazırlanma ve onaylanma sürecinden habersizdim. Nükleer yasayı takip ederken, tüm süreci öğrendim. Nükleer Yasa, mecliste görüşülmek üzere gelmeden önce üç komisyonda görüşüldü. 17 Ocak 2007’de Çevre Komisyonuna geldi. Timur Daniş ile Galatasaray’da basın açıklaması yaptık ve Enerji Bakanı’nın gazetelere yansıyan “Çünkü nükleer enerji bizim tercihen mecburiyetimiz. Mutlaka yapacağız. Bu memleket bizim ve biz ülkemizin geleceğini hazırlıyoruz. Türkiye’yi çocuklarımız ve torunlarımız için hazırlıyoruz” sözlerini eleştirdik. Sonra Sirkeci'deki İstanbul İl Çevre ve Orman Müdürlüğüne gidip, sade vatandaş olarak Çevre Bakanı ile görüşmek istediğimizi söyledik. Timur Daniş’in kapıdaki görevlinin “Kiminle görüşmek istiyorsunuz?” sorusuna verdiği “Çevre Bakanı” cevabı, “nükleer santral kurulmasın istiyoruz” demesi sempatiyle karşılandı. Şube Müdürü Mehmet Ali AkTürk’e, Çevre Bakanına iletilmek üzere basın açıklamalarımızın bir kopyasını, Çernobil faciasını anlatan kitabı bıraktık.
35 yıldır Türkiye’de tartışılan nükleer enerji santrallarının kurulmasını sağlayacak yasa, bir gün içinde TBMM Çevre Komisyonu’nda görüşüldü ve kabul edildi. Toplantıya katılan Sivil Toplum Kuruluşları yasanın reddini istediler ama bu dikkate alınmadı. Komisyon üyesi AKP milletvekili Cahit Can,
“Nükleer santrallar madem zehirliyor, dünya zehirleniyor, bırakın biraz da biz zehirlenelim” sözleri tepki topladı. 20 Ocak günü, basın açıklaması yapıp Çevre Komisyonunun yasayı detaylı incelemeden, alelacele kabul etmesini eleştirdim. Ayrıca Cahit Can’ın bir milletvekiline yakışmayan sorumsuz, düşüncesiz sözlerinden dolayı kınayarak, bizim için uygun gördüğü bu geleceği reddettim. Milletin vekili olarak kendisinden, kendimiz, çocuklarımız, torunlarımız ve gelecek nesiller için olumlu, güzel, temiz, iyi bir gelecek dilemesini ve bunun için çalışmasını beklediğimi belirttim.
Greenpeace'den Hilal Atıcı’dan " 000358:Anna"yı öğrendim. Anna, Çernobil faciasindan 4 yıl sonra doğmuş, bugün 18 yaşında olan bir genç kız. 4 yaşında beyin tümörü teşhisi konuyor ve o günden beri yatalak. Fotoğraftaki yüzü inanılmaz bir masumiyet ve güzellikte. Nükleer santral ucuz enerji sağlayacak diyenler, maliyet hesabı yaparken, oluşacak kazaların veya radyoaktivite kaçaklarının neden olacağı hastalık ve ölüm maliyetlerini de hesaba katıyorlar mı acaba? Anna ve diğer nükleer kaza mağdurları bu yaşamı hak ediyorlar mı?
2008 yılında, ilk nükleer santralın Mersin, Akkuyu’da kurulması kesinleşince, Çernobil felaketinin olduğu gün Mersin’de ulusal katılımlı miting düzenlendi. Genç bir çiftçinin yaptığı kısa ve samimi konuşma yerel halkın nükleer santrale bakışını çok güzel özetledi. "Ben çiftçiyim. Ekmeğimi topraktan kazanıyorum. Ben ayak takımıyım. Ayak takımı olmaktan gurur duyuyorum. Çünkü baş, ayaklar olmadan bir yere gidemez. Nükleer santraller beni ekmeğimden edecek. Biz çiftçiler Nükleer santrallari istemiyoruz. Buraya nükleer santral kurdurtmayacağız".
2008 Ağustos’unda Akkuyu’da düzenlenen mitingde köyün en yaşlılarından Ümmü Şahin ile tanıştım. Gülnar ve Akkuyu’dan başka yer görmemiş ama bilgili ve 84 yıllık gözleriyle dipdiri, canlı bakıyor. "Bizi toprağımızdan koparmaya çalışıyorlar. Sahip olduklarımızı bu nükleer santral yüzünden kaybedeceğiz" dedi. Nükleer santral yapmak isteyenlerin en büyük vaadi köylüye iş imkanı sağlamak. Akkuyu köylüsü tarımdan geçimini sağlıyor. Düşen tarım gelirleri yüzünden durumları hergeçen gün kötüye gidiyor. Köyde yıllardır nükleere karşı mücadele eden Budak ailesinden Kemal Budak, Ümman Şahin’i doğruladı. Köylü toprağını bırakmak istemiyormuş ama tarımdan gelen gelirleri azaldığı için toprak satışları artmış. Nükleer yandaşları bilinçli bir politika ile Akkuyu köylüsünü tasviye ediyor. Oysa, sadece Avrupa'da, 7 ay içinde, nükleer santrallerde 21 tane kaza yaşandı. 2008’in Temmuz ayında Fransa'daki kazada sulara radyoaktif madde karıştığı için tarım arazilerinin sulanması, kuyu sularının, çeşme sularının kullanımı yasaklandı. Tarımsal ürünler zarar gördü. Halk korktu ve huzursuz oldu. Çünkü bu kazanın onları nasıl etkileyeceğini bilemediler. Şişelenmiş su satışları patladı. Ne yapabildiler? Hayvanlarını ve tarlalarındaki ürünleri Avian ile mi suladılar?
Akkuyu’ya yaptığım kısa ziyarette, köylülere pankartlar, türküler, sloganlarla destek olurken, organik tarım, temiz enerji, eko-turizm projeleri ile kalkınmalarını sağlamanın ne kadar gerekli ve önemli olduğunu anladım. Çünkü, ancak kalkınırlarsa, nükleercilere karşı daha sağlam durabilirler.
“Söz uçar, yazı kalır” diyerek yürüyüşlerimin güncesini yazmaya başladım. Güncemde, toplumun farklı kesimlerinden konuştuğum insanları, onlarla nükleer enerji üzerine yaptığım sohbetleri ve yaşadığım ilginç olayları aktardım. Her yürüyüşümde yoldan geçen bir kişiden fotoğrafımı çekmesini rica ettim ve kendisinden nükleer enerji, nükleer yasa hakkında sohbet edip, eylemim hakkında düşüncelerini öğrendim. “Nükleer Yasaya ve Enerjiye Karşı Yürüyorum” güncemi iletişimde bulunduğum gruplarla ve arkadaşlarımla paylaştım. Güncemi okuyan tanıdığım, tanımadığım pekçok kişi destek mektupları gönderdi. “Nükleere Karşı Yürüyorum” güncesinin tam metnini www.nükleeryasayakarşıyürüyorum.blogspot.com adresinde okuyabilirsiniz.
Güncemden ilginç birkaç anımı paylaşmak istiyorum.