“Sadece tek tanrılı dinlerin değil hemen hemen tüm dinlerin ve kabilelerin evreni, yaşamı ve insanlığın başlangıcını anlatan öyküleri var. Fakat kanıtlara dayalı gerçekler bizi sonuca götürebilir, bu mitoslar ve inançlar değil. “
Richard Dawkins
Evrimsel biolog ve yazar Richard
Dawkins “Cennetten Akan Nehir” isimli popüler bilim türünde yazdığı kitabında,
bilimsel çevreler ile tek tanrılı dinlerin temsilcileri arasında çok
tartışılan, kavranması güç “Evrim Teorisi”ni sade, akıcı, mantıklı diliyle,
basit sorular ve renkli örneklerle anlatır. Bu yazımda kitabın temelini oluşturan kavramları,
metaforları ve bunları kullanarak kanıtlara dayalı bilimsel çalışmaların ortaya
koyduğu gerçekleri okuyucularıma sunmaya çalışacağım.
DNA Nehri
Her insan atalarına
bakıp hiçbirinin bebeklikte ölmediğini söyleyebilir. Hepsi ergenlik çağına ulaşmış, bir eş bulmuş ve başarılı bir
şekilde çiftleşmişlerdir. İnsanlar
gibi tüm organizmalar genlerini atalarından miras alır. Ata olabilmek için hayatta kalmak ve
üreyerek genlerini bir sonraki nesile aktarmak gerekir. Genlerin bir sonraki nesile aktarımı
bazen de aynı geni taşıyan akrabalar sayesinde olur. Örneğin; sizde ve kardeşinizde bulunan aynı gen, sizin çocuğunuz
olmasa bile kardeşinizden çocuğuna, yeğeninize aktarılmış olabilir. Bir türe ait nesilden nesile aktarılan genleri
bir nehre benzetebiliriz: DNA nehri.
İnsan türüne ait genlerin aktığı nehirde bugüne kadar bir insan
vücudunda hayatta kalabilmiş, yani bir vücut oluşturup, yaşayabilmiş ve
üreyebilmiş genler bulunur. Buna
ek olarak bu genler aynı nehirdeki diğer genler ile uyumlu olmalıdırlar. Diğer türlere ait genler başka
nehirlerde akar.
Bu nehirler genetik bilgi
taşır. Bu bilgi sayısaldır. Çünkü bilginin anlamı değişmeden ve
bozulmadan defalarca kodlanabilir, çözümlenebilir ve yeniden kodlanabilir. Analog olabilir miydi sorusunun
cevabını fotokopinin fotokopisini yaptığınızda bulursunuz. Analog genetik bilgi bozulmadan sadece
sınırlı sayıda nesilden nesile kopyalanabilir. Sonuç olarak genetik sistem tümüyle sayısaldır ve bir türe
ait yaşayan genleri, nesilden nesile akan DNA nehrine benzetebiliriz.
Afrikalı Havva veya Mitokondriyal Havva
Her birimizin bir annesi,
bir babası, iki dedesi, iki ninesi, dört büyükdedesi ve dört büyükninesi
var. Geriye doğru gittiğimiz her
jenerasyonda atalarımızın sayısı ikiye katlanır. Fakat bu hesap mantıksal olarak mümkün değil. Şöyle düşünelim, her yüzyılda dört
jenerasyonun yaşadığını varsayalım ve bundan ikibin yıl öncesini
düşünelim. Bu hesaba göre ikibin
yıl önce sizin milyonlarca milyon tane atanızın olması gerekir. Fakat o zaman insan nüfusunun bugüne
göre çok az olduğunu biliyoruz.
Hesaplamayı doğru yaptık fakat atalarımızın her jenerasyonda ikiye
katlandığı varsayımı hatalıydı.
Çünkü kuzen evliliklerini unuttuk.
Teyze, amca, dayı, hala çocuklarının evliliğinden doğan herhangi bir
çocuğun sekiz değil altı tane büyük dede ve ninesi oluyor. Kuzen evliliklerinin sadece birinci
kuşakta değil, ikinci, üçüncü kuşakta olabileceğini düşünürsek, ikibin yıl önce
ilk hesaplamamızda bulduğumuzdan çok daha az sayıda atamızın olacağını
buluruz. Bu sonuç sizin ve benim
tahminimizden daha yakın kuzen olmamızı gerektiriyor ve kullandığımız aile ağaç
modeli çöküyor.
Şimdi zaman makinesi ile
bundan binlerce yıl önce insanların yaşadığı Göbeklitepe’ye gittiğimizi
düşünelim. Bugün çoktan ölmüş olan
bu insanları iki kategoriye ayırabiliriz, bizim atamız olanlar ve
olmayanlar. Yine bu zaman makinesi
ile onbinlerce yıl öncesine gidip makineden çıktığımızda karşımıza çıkan herhangi
biri ya bugün yaşayan insanların atasıdır veya değildir ve o kişi bugün yaşayan
pekçok insanın ortak atasıdır.
DNA dört harf ile
yazılan çok uzun bir metin gibidir.
Bu dört harf şaşmaz bir sadakatla sadece ve sadece anne ve babamızdan kopyalanmıştır.
Bir çocuğun kromozomları anne ve babasıyla başlayan zincirin devamındaki
atalarının kromozomlarının çırpılıp karıştırılması ile oluşur. Geçmişten gelen harfler ve belki
atalardan gelen bazı sözcükler bulunsa bile metni oluşturan cümleler ve paragraflar tümüyle yeniden yazılır. Bu metinde sitokrom c isimli proteinini
339 harften oluşan bir paragraf tanımlar.
Atların sitokrom c proteinini tanımlayan paragrafı ile insanınki 12 harf
farklıdır. Maymunlar ile insanların paragrafı arasında tek harf fark
vardır. İnsanlar ile bira mayası
(yeast) sitokrom c paragrafları arasındaki fark 45 harf değişikliğidir. Sitokrom c paragrafındaki bir harf
değişikliği yirmibeş milyon yılda bir olur.
Mitokondri her canlının
herbir hücresinde bulunan, yiyeceklerden aldığımız enerjiyi vücudun kullanacağı
enerjiye çeviren bir yapıdır. Mitokondri DNA’sı çiftlerin birleşmesi ile diğer
DNA’lar ile karışmaz, pekçok bakteri gibi bölünerek çoğalır ve bir mitokondri
bölününce birbirinin aynı iki dişi mitokondri oluşur. Mitokondrimizi sadece
annemizden alırız. İster kadın
ister erkek olun mitokondriniz büyük büyük büyük nineniz ile birebir
aynıdır. Bu bağlamda mitokondri
geçmişe ait bozulmamış bir kayıttır. Eğer anneniz safkan Türk veya safkan Çinli
veya safkan Pigme ise, sizin mitokondriniz ve benimki arasında pekçok fark
vardır. Mitokondri sadece mutasyona uğrayabilir ki bu da sizin mitokondriniz
ile benimki arasındaki farkları açıklar.
Babanızın kim olduğu bu bağlamda önemli değildir. Berkeley Kaliforniya’dan Allan Wilson
ve bir grup araştırmacı, Dünyada Avustralyalı Aborjinlerden tutun, Afrika’nın
farklı yerinde yaşayan 135 kadının mitokondrilerini karşılaştırdılar ve
hepimizin anne tarafından atasının Afrikalı Havva olduğu sonucuna ulaştılar. Afrikalı Havva’nın Afrika’nın neresinde
yaşadığını bulamasalar da mitokondri analizi yaparak yaşadığı zaman aralığını
hesapladılar. Hepimizin anne
tarafından atası olan Mitokondriyal Havva da denilen Afrikalı Havva bundan
yüzelli ila ikiyüz elli bin yıl önce doğdu ve bir Homo sapiensti. Afrikalı Havva teorisi o devirde
Asya’da yaşayanlar olmadığını iddia etmez sadece o Asya’lı ataların bugün
yaşayan torunları olmadığını söyler.
Sonuç bugün yeryüzünde
yaşayan insanların anne tarafından atasının Afrikalı Havva olduğu, yani hepimizin
akraba olduğudur. Bu akrabalık
bağı inanç ve kültür gibi kavramlar üzerinden değil gen gibi temel biyolojik yapım
taşlarımız üzerinden kurulur.
Dünya üzerinde yaşayan insanların kardeşliği romantik bir inanış değil
bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçektir. Farklı renk, din ve inanç, dil, kültüre sahip olsak da ve
çok ayrı coğrafyalarda yaşasak da aynı evi, Dünyamızı, paylaşan akrabalarız.
