Yayın Detayları: Cumhuriyet, Sürdürülebilir Yaşam Eki, 27 Kasım 2012
Kadim kültürlerin öyküleri,
mitosları, masalları bize Dünyayı yaşayan bir canlı gibi tanıtır, anlatır. Yerel toplumları araştıran
biliminsanları dünyanın birbirinden çok uzak, farklı coğrafyalarında yaşayan
yerel toplulukların Dünyaya bakışını “varlıkların topluluğu” olarak
tanımlar. Bu varlıklar ki canlı ve
cansız, görülen ve görülemeyen, işitilen ve işitilemeyen herşeyi kapsar ve
hepsinin ruhu vardır.
Dünyayı nasıl
tanımlarsınız? Dünyayı bir varlık olarak görür müsünüz? Sizce bir kimliği, ruhu var mıdır? Dünya
ile olan ilişkinizi nasıl anlatırsınız?
1960’lı yıllarda insanoğlu
ilk defa Dünyanın bir bütün olduğunu, sınırlarını, yeşil değil aslında mavi bir
gezegen olduğunu gözleriyle gördü.
Yine aynı yıllarda büyüyerek, genişleyerek ve yayılarak artan çevre
sorunları, yok olan ve bozulan doğa alanları fark edilmeye başlandı. Aldo Leopold’un “Bir Kum Yöresi
Yıllığı”, Rachel Carson’un “Sessiz Bahar” kitapları insanoğlunun Dünya ile
kurduğu ilişkinin nasıl sorunlu bir hale dönüştüğünü kitlelere anlattı. “Modern” ve “uygar” toplumların Dünya
ile ilişkisi “almak ve kullanmak” fiiliyle tanımlanabilir ve onlar için Dünya
parçası oldukları canlı bir bütün değil, tüketilecek bir kaynaktır, kimliksiz bir
“şey”dir.
“Bir dağ gibi
düşünmek” gerektiğine bir kurdun ölümünü gördüğünde inanır Aldo Leopold. “Bir Kum Yöresi Yıllığı” kitabında
anlatır bu anı. Bir av gezisinde
nehre bakan bir kayanın üzerinde yemek yerken, nehre giren kurt sürüsü
görürler. O zamanlar bir kurdu
öldürme şansını kimse kaçırmak istemez. Sürüye ateş ederler. Yaşlı bir kurdu vururlar. Yaralanan bir yavru bacağını sürüyerek
kaçmaya çalışır. Koşarak yaşlı kurdun
yanına geldiğinde, gözlerinde yanan hiddetli yeşil ateşin yavaşça öldüğünü
görür. O an, o ana kadar sadece
dağ ile kurdun bildiği, kendisine
yeni olan bir şeyi, kurdun gözlerinde fark eder. Daha az kurdun, daha çok geyik demek olduğunu, kurtlar olmazsa
oraların geyik cenneti olacağını sanmaktadır. Oysa yaşlı kurdun gözlerindeki
yeşil ışığı gördüğünde ne dağın ne de kurdun bu görüşüne katılmadığını
hisseder.
“Bir dağ gibi
düşünmek” terimi doğal sistemlerin elementleri arasındaki derin ve karmaşık
bağlantıları takdir etmek anlamında kullanılmaktadır. “Bir dağ gibi düşünürsek” Dünya da aslında birbirini
tamamlayan doğal sistemlerin anlamlı bir bütünüdür.
Fikret Berkes’in
“Kutsal Ekoloji” kitabını okurken, insanlığın tekerleği yeniden keşfettiğini
farkettim. İnsanlık yerine batı uygarlığı demek belki daha doğru olur. Kitap Kanada’da, Kuzey Amerika’da,
Alaska’da yaşayan yerli toplumların, Dünyayı ve Doğayı yaşayan bir varlık
olarak kabul ettiklerini ve “varlıkların topluluğu” olarak gördüklerini anlatır. Bu yerli toplumlar, Yaratıcının evreni
bir bütün olarak yarattığına inanırlar.
Evrenin nasıl çalıştığını anlamak için akıl, zihin ve davranışlarını
disiplin etmek insanların görevidir. Doğaya saygı duyarlar. Saygıyı dört değere dayandırırlar: Doğa
bütüncül bir topluluktur, herşey herşeye bağlıdır, gelecek yedi nesili
düşünerek hareket edilmelidir, alçakgönüllü davranmalıdır. Bu Dünya görüşünün dayandığı temel fikir,
insanoğlunun ekosistemin bir parçası olduğudur.
Dünya'nın hukuksal kimliği
Dünyayı canlı ve
yaşayan, insanı da içine alan bir varlıklar bütünü ve sistemi olarak gören
anlayış Güney Amerika’daki topluluklarca da benimsenmiştir. Hatta, bu anlayışı Bolivya ulusal
boyuta taşıdı. Dünya’ya hukuki bir
kimlik verip, hukuksal haklar tanıdılar.
Ülkelerinin ve insanların Dünya ve Doğa ile ilişkilierini kökten değiştirecek
“Dünya Ana ve İyi Yaşam İçin Bütünsel Kalkınma” yasasını kabul ettiler. Bu
yasa, Dünya Ana’yı batı uygarlığının kabul ettiği gibi sınırsız tüketime açık
bir nesne olarak değil, hakları olan yaşayan bir sistem olarak tanımlar. İlk
taslak 2010 yılında Bolivya’daki yerel toplulukları ile küçük çiftçileri içine
alan güçlü sosyal hareket tarafından hazırlandı. Aynı yıl içinde, Bolivya Devlet Başkanı Morales, taslağın
kısaltılmış halini imzaladı ve “Dünya Ananın Hakları Yasası” olarak
kanunlaştırdı. Bu yıl ise daha
kapsamlı olan “Dünya Ana ve İyi Yaşamak İçin Bütünsel Kalkınma Çerçeve Yasası”
kabul edildi. Yeni yasada “İyi
Yaşamak” kavramı bireysellik yerine ortaklığı, çoğa sahip olmak yerine
yeterinceye sahip olmayı değerli kılmakta. Dünya’yı mal olarak gören kapitalist
ideoloji yerine sürdürülebilirliği ve Dünya Ana ile uyumlu ilişki kurmayı öne
çıkarmakta. Bu bağlamda da Dünyaya
zarar veren, yaralayan uygulamalara son verilmesi için çağrı yapmakta. Yasa çevre, toprak paylaşımı, işe
erişim, sağlık hizmetleri ve eğitim gibi pekçok farklı alanı etkiliyor.
Tarihten gelen,
dünyada pekçok yerel topluluk tarafından halen yaşatılan, Bolivya’da sosyal ve
kültürel boyutta yerel toplumlar tarafından benimsenen Dünya anlayışı, bu yasa ile devlet tarafından da hukuki
olarak kabul edildi. Bugüne kadar devletler tarafından yok edilen, zarar gören
doğal sistemlerin yine devlet sistemleri tarafından korunması gibi çelişkili
bir durumu barındırsa da paradigmatik bir değişime zemin hazırlıyor. Bolivya’da yasalarla tanımlanan yeni Dünya
Ana – İnsan - Devlet ilişkisi zaman içinde nasıl şekillenecek? Bolivya’daki
devlet yapısı ve yönetim organları yasa ile nasıl ve ne kadar
değişecekler? Dünya Ana’nın
hakları devlete ve şirketlere karşı bu şekilde korunabilecek mi? Bu büyük bir merak konusu.
Bolivya hükümeti yerel
halkların da baskısı ile Doğa’ya hukuki bir kimlik verip, gelecek nesillerin
yaşam haklarını da gözetecek biçimde Doğa’yı güvenceye alırken, Türkiye
hükümeti yeni bir yasa ile Doğa’yı “torbaya” sokup, satışa çıkarmaya
hazırlanıyor. Torbaya girecek
Doğa’nın kıyılarında 50 metreye kadar bina yapılmasına izin verilmezken, bu 10
metreye indirilecek. Bu sahillerin
kalmaması demek, ne halk ne de canlılar için. Doğa’nın kıyıları toprakla doldurulabilecek ve buralara
kirleten enerji tesisleri başta olmak üzere binalar inşa edilebilecek. Sahillerdeki bozulmayı ve
oluşacak kirliliği hayal edebiliyor musunuz? Köylerin meraları da kentsel dönüşüm için tahsis edilebilecek ve imara açılacak. Bu yasadan sonra köylüler hayvanlarını
viyadüklerin çimenliklerinde ve parklarda otlatacaklar. Doğa’ya karşı bütün bu
saldırılar, “kamu yararı” için yapılacak.
Sanki doğa ile insanın kaderi ayrı imiş gibi. Doğa torbaya sokularak sonun başlangıcı hazırlanıyor. Bu
ünlü Kızılderili atasözünü hatırlatıyor: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok
olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen birşey olduğunu anlayacak.”