Yazar, belgeselci, gazeteci,
sinemacı, işçi, avukat, seyyah… O
kendini ‘sokağın çocuğu’ ve ‘devrimci’ olarak tanımlıyor. Dünyanın dört bir köşesinde şahit
olduğu sokak öykülerini ve devrim efsanelerini bize aktaran Metin Yeğin ile,
kurulmasına öncü olduğu Viranşehir Komünü’nden yola çıkarak Ekoloji Demokrasisi
ile kentleşmeyi konuştuk.
Ekoloji demokrasisini tanımlar mısınız?
Yeğin: Ekolojik demokrasi, radikal katılımcı bir
demokrasi biçimi. Her dönemin bazı
kutsal kelimeleri var. Bunlardan biri ‘Demokrasi’.Kendisinde demokrasi
olmadığını söyleyen bir ülke bile yok.
Bu yüzden sürekli olarak bir daha, bir daha tanımlanması gerekmektedir.
Mesela bizde genel seçimlerle tanımlanan ‘demokrasi’ ne kadar demokrasidir? 4-5
yılda bir gidiyorsunuz seçim sandığının başına. Elinize bir oy kağıdı alıp bir
yere mühür basıyorsunuz. Televizyon seyrediyorsunuz kim kazandı diye. Sonra
gelecek 4-5 yıl da televizyon seyrediyorsunuz. Bu mu demokrasi? Yani 80
yaşınıza kadar yaşarsanız, eğer darbeleri filan saymazsanız en fazla 8-10 kere
oy kullanırsınız. Bu mu demokrasi?Demokrasi dediğinizde bana göre toprağın
paylaşımında demokrasi, iletişimde demokrasi, eğitimde demokrasi, zenginliğin
paylaşmasında demokrasi olması gerekir. Tam bu noktada bir başka kutsal kelime “ekoloji”
devreye giriyor. Bir şeyi herkes seviyorsa kuşkulanmak gerekir. Herkes “Ben de
ekolojistim” diye başlıyor. Bir toplantıda ekolojist belediye olduklarını
anlatmak isteyen belediye başkanı “biz ilkokul öğrencileriyle gittik etraftaki
bütün çöpleri topladık” diye anlatıyordu. Mıntıka temizliği ile ekolojiyi
karıştırıyordu. Ekolojik demokrasi çok radikal bir taleptir. Hiçbir biçimde
yönetme hakkını başkasına devretmeyeceğiniz, yaşamınızın her anında bu haktan
vazgeçemeyeceğiniz bir şey.
Bu tanım Murray Bookchin’in ‘Ekolojik
Kent’ kavramıyla parallelik taşıyor mu?
Yeğin: Murray Bookchin’in ekolojik kentiyle
özellikle kapitalizmin ve endüstriyel toplumun eleştirel bakışı ile bir çok
paralellik taşır ama ben bu ‘Ekolojik Kent’ tanımına da kuşkuyla bakıyorum.
Kentin ortaya çıkışı bana göre bir temerküz- iktidar meselesidir. Bu yüzden ekolojik kent
dediğimizde gerçekte yine de bir otorite merkezi etrafında yaşamı tanımlamıyor
muyuz? Yani aslında şu paradoksal duruma vurgu yapmak istiyorum. Bir kentin
hangi malzemelerden inşa edilmiş olması aslına bakarsanız ‘ekolojik’ olmasının
en son ölçütü olmalıdır. Organik materyallerden inşa edilmiş bir kent olabilir
ama onun ekolojik olması demek karar verme sürecinden, inşa sürecine, bunda harcanan
enerjiden, yapı bittiğinde tüketeceği enerjiye kadar bir bütünsel durumdur. Bu yüzden ben yazılarımda sermaye
ekolojik bir kent inşa edemez diyorum ısrarla.
‘Gecekondu hakkı’ ve ‘Barınma hakkı’nı
anlatır mısınız?
Yeğin: Dünyanın hiçbir yerinde barınma hakkı
radikal inşaat tekelleriyle ve bu inşaat biçimiyle çözülemedi, çözülemez. Bu
dünyada yaşayan her ailenin ev hakkı, barınma hakkı vardır. Bu yüzden ‘gecekondu hakkı’nı
savunuyorum ve özellikle de buna gecekondu diyorum. Yıllardır sanki bal
peteğine yapışmış olarak tanımlanan gecekonducular kenti inşa edenlerdir, her
türlü engele rağmen. Yani sanılanın aksine kente yapışmış gecekondular değil
gecekondunun sırtına çıkmış kentler vardır. O gecekonduda kalan amelelerin inşa
ettiği, sokaklarını süpürdüğü, yemeğini pişirdiği bir kent. Bu yüzden kutsal vatan
için canları feda olan yoksullara bir evlek ‘gecekondu’ toprağını çok mu
görüyorsunuz?
Yazılarınızda ‘Yeşil Alan’ tanımını kapitalist kent tanımı olarak
sınıflandırmışsınız. Bunu açar
mısınız?
Yeğin:
‘Yeşil alan’ da yine kutsal bir kelime. Her belediye şu kadar yeşil alan yaptık diyor. Ben de panellerde,
sempozyumlarda filan bir küçük kağıda kalınca bir yeşil bir çizgi çizerek size
yeşil alan dağıtıyorum diyorum. Yeşil alan dedikleri peyzaj müteahitlerine
emanet edilmiş parkların 10. kattan ve hatta 20-30. kattan görülmesi ki o
çizgiden daha da incedir. Yani zaten bu tanımlama tam olarak kapitalist bir
kent tanımıdır. Çünkü toprağa, ağaca ne biliyim elmaya, armuda ve yaban otuna
bile yabancılaşmış bir tanımdır yeşil alan. Bir ağacın ömrü vardır. Bir elma ağacının ömrünün 300-400
yıl, zeytinin 400 yıl bir kayının ömrünün 1000 yıl olduğunu biliyor musunuz?
Bırakın bunu etrafınızda 10 yıldır yaşayabilen bir ağaç kaldı mı? Bu yüzden
yeşil alan dedikleri kapitalist kentin yabancılaşmasını çok iyi anlatan bir
tanım aslında.
‘Gecekondu’lu kent
hayalinizi açıklar mısınız? Nasıl
bir kenttir ve onu bugünkü kentlerden farklı kılan fiziksel özellikleri
midir? Yoksa yönetimsel ve
örgütsel olarak da farklı mıdır?
Yeğin: Öncelikle şunu söylemeliyim gecekondulu
kent benim hayalim değil. Bugün için ileri sürdüğüm reformist bir öneri. Ben
kentsel dönüşüm diye adlandırılan bütün dünyada devam eden neoliberal kent
inşasını durdurabilmek için kent toprağının kamulaştırılmasını yani aynı
zamanda toplumsallaştırılmasını gerçekleştirecek bir kent reformu öneriyorum.
Yeni bir gecekondu hareketi öneriyorum. Bu aynı zamanda barınma hakkının da
metalaşmasını önemli ölçüde azaltacaktır. Aynı zamanda orta sınıfı da
hacizlerden kurtaracaktır. Çünkü küçük bir krizde şu an için 20 yıllık
borçlanmalara girmiş orta sınıf, bu satın aldığı evlerden sokaklara atılacak,
akabinde evlerinden atıldıkları için iş bulma olanaklarını da tamamen yitirerek
her şeyini kaybedecektir. Bunu, sadece 14-15 yıl ödedikten sonra taksidini ödeyemerek dışarı atılan , bu
yüzden kentin içinden akan nehrin-kanalizasyonun yanına çadırlarını kurarak
protesto ederek yaşayan Şili’lerden biliyorum. Geçen ay ABD’de 10 banka 4.5
milyon ailenin evlerini usulsüz haciz yaptığını kabul edip tazminat ödemeyi kabul
etti. Benim hayalim bir Kent
Reformu. Aynı toprak reformu gibi düşünün. Bunda da kent toprağı yoksullara
dağıtılacak, inşaat tekellerine ihtiyaçlarına duymadan evlerini yapacaklar,
engellenmelerini bir tarafa bırakın bilgi ve hatta kredi ile desteklendikleri
zaman şu an ki her türlü engellemeye rağmen TOKİ konutlarından daha güzel olan
gecekonduların, paylaşılan bilgi, desteklenen inşaat biçimiyle çok daha harika
bir kent yaratacağı kesindir.
Kentleşmenin kapitalizmi beslediği ve neo-liberal politikaların ürünü
olduğu fikrini destekler misiniz?
Neden?
Yeğin:
Son yıllarda yeni kent inşası-neoliberal kent inşası kapitalizmin tek
temel dinamiği oldu. Yani radikal inşaat tekelleri açısından hem de bunun
finanse edilmesi açısından kapitalizmin bir başka dinamiği yok. Yani İstanbul
üzerinden anlatırsak mesela 1. Köprü otomobil sanayinin doğrudan bir zaferidir.
2. Köprü metanın sınırların ötesine ulaştırılmasını, ulus ötesi pazara entegre
edilmesi en önemli unsurudur. Fakat 3. Köprü, yeni İstanbul, kanal İstanbul tam
anlamıyla kendisi için bir projedir. Yani hiçbir taşıt geçmeyecekte olsa bu
köprünün inşa edilmesi gerekmektedir. Kendisi için inşaattır. Her inşa edilen
dev projeler, her zerresinde kapitalizmi, neoliberalizmi yeniden inşa etme ya
da sürdürebilme girişimidir.
Bu bağlamda ekoloji
demokrasisi kentleşme karşıtlığını mı yoksa farklı bir kentleşme anlayışını mı
yani ‘gecekondu hakkı’nı gözeterek kentleşmeyi mi savunur?
Yeğin: Bana göre ekolojik demokrasi kenti
yukarda anlattığım biçimiyle ‘Kent’ karşıtıdır. Daha doğrusu her şeyin tek elde toplanmasına karşıdır. Çünkü nerede ve nasıl bir
temerküz varsa orada bunun dağılmasında bir sorun olacaktır. Bu yüzden sermayenin ve kent
anlayışının aksine çok katlı
binalara ihtiyacımız olmadığını söylüyoruz. Çarpıcı bir örnek olarak sadece 27
km lik bir şerit üzerinde Türkiye’nin bir ucundan diğerine 1500 km bir şerit
üzerine ev yapsak Türkiye de herkesin evi olur diyoruz. Bir de ülkenin diğer tarafları da
bomboştur bu durumda. Benim savunduğum ‘ekokent’ böyle bir şey aslında.
Kentleşme, ranta dayalı arazi ve mülk edinme eğilimi doğurdu. Eski gecekondu semtleri bunun sonucunda
ya yerlerini çok katlı binalara bıraktılar veya ‘Kentsel Dönüşüm’ projelerinin
hedefi oldular. ‘Gecekondu hakkı’
gözetilse bile mülkiyete dayalı haklar çarpık kentleşmeyi beslemeye devam etmez
mi?
Yeğin: Burada da gecekondu yine bana göre haksız
bir biçimde suçlanıyor. Şimdi dağın tepesinde yan yana iki arsa düşünün
bunlardan birisinin sadece 100 liraya diğerinin ise işgal edildiğini
varsayalım. Sonra burası 10 milyar liraya çıkınca 100 liraya satın alan, akıllı
iş adamı, işgal eden gecekonducu, bedavadan konmuş sayılıyor. Aslında
aralarındaki fark sadece 100 lira! Yani eğer ranta karşı çıkıyorsanız sadece
işgalciye değil, 100 liraya alıp 10 milyar liraya satana da karşı çıkmanız
gerekir. Bu yüzden ‘çarpık kentleşme’ ki bana burada bu konuda da yazma fikri verdiniz, nedir çarpık
kentleşme? Mesela TOKİ konutları
çarpık kentleşme olmuyor mu?
Günümüzde başta İstanbul olmak üzere büyük şehir belediyelerince, şehirin
açık alanlarının hızlıca AVM’leşmesi sürüyor. En son gelen haber, Kadıköy Salı Pazarı’nın yerine bir AVM kurulacağı yönünde. ‘Ekolojik Demokrasi’ AVM’leri nasıl
değerlendirir?
Yeğin: AVM ler dehşet verici neoliberal
kentlerin, ibadet tapınaklarıdır çünkü neoliberal tüketici dünyası bütünüyle
burada yeni bir satın alan ve tüketen insan durumunu yaratmaktadır. Mesela bir
AVM’nin bir mahalleden daha fazla elektrik tükettiğini biliyor musunuz? Yani
bir yandan Hasankeyf’e, Loç’a
baraj yapılmasın derken diğer yandan AVM’ye karşı çıkabilmenin göz önüne
alınması gerekir. AVM’ler özetle enerji emicidir.
Teşekkür ederim.

