Yayın Detayları: EKOIQ, Şubat 2013
2000’li yılların başında yaşarak sürdürdüğümüz sistemi sorgulamaya başladım. Çocukluğum ve gençliğimdeki yaşamım ile bugünkü yaşamım arasındaki fark giderek açılıyordu. Görünürde yaşam standartlarım yükseliyor gibiydi ama özünde kalite düşüyordu. Örneğin; marketler yaygınlaşıp, satın alabileceğim gıdalar çeşitlenirken, gıdalara eklenen kimyasalların çeşidi ve miktarı artıyordu. Gıdaların raf ömrü artarken, besin değeri düşüyordu. Şehirde taze süt bulmak hayal olmuş, her hafta biriken süt kutularını çöpe atmak tedirgin etmeye başlamıştı. Kabaca hayatım boyunca içeceğim sütlerin kutu sayısını hesapladım ve birarada hayal ettim. Çöp tepesinin altında kaldım. Sonra hayalime Istanbul’daki milyonlarca evi ekledim.. Peki satın aldığımız su şişeleri için aynı hesaplamayı yapsak ne olurdu? Bu sistemsel bir sorundu ve sadece gıda ile sınırlı değildi. Yaşamın her noktasında aksaklıklar gözlenebiliyordu. Sistemler kurulurken belki niyet bu değildi fakat zaman içinde sorunlu ve yaşamı tehdit edici bir noktaya gelmişlerdi. Bunu yapan bizdik. Sanıyorum insan evrimleşirken sistemi (ki buna batı uygarlığı diyebiliriz) yarattı ve sonra insanın sistemi, sistemin de insanı evrimleştirdiği bir dönem başladı. Evrim derken fiziksel gelişimle birlikte içsel gelişimi de kastediyorum. Gençlerin, cep telefonları ile kurdukları yakın, gizemli, duygusal ilişkiyi örnek olarak verebilirim.
2007
yılında “Sürdürülebilir Yaşam Tasarım Çalıştayı”na katılmam ile yaşam haritam
değişti. Çevre sorunlarına karşı
artan duyarlılığım ile birliket zaten giderek yoğunlaşan çalışmalarım
vardı. Fakat bu eğitim ile
“Sürdürülebilirlik” kavramı ile tanıştım ve özünde teknik değil sosyal bir
kavram olduğunu öğrendim. Bireylerin
ve toplumların, sistemin dayattığı tüketime endeksli yaşam biçimlerine karşı
daha insanca, mantığın yanında duygulara, sezgilere ve içsel bütünlüğe değer
veren, doğa ile daha bütünleşik ve ona saygılı, daha adil, gelecek nesillerin
ve dünyanın yaşam haklarına saygılı farklı yaşam biçimlerini yaratabileceğini
gördüm. Buna “Sürdürülebilir
Yaşam” diyorum.
Bu noktada
mesleki eğitimimi ve deneyimimi “Sürülebilir Yaşam” projelerinde
değerlendirmeye karar verdim. Endüstri mühendisiyim ve çalışma hayatımda
ağırlıklı olarak sistem tasarımı, sistem iyileştirme projelerinde çalıştım.
Teknolojik sistemler ile insan-teknoloji sistemleri üzerinde deneyimim
var. Artık konum insan sistemleri
ile insan-doğa sistemleri.
Bu
bağlamda kişisel ve sosyal değişim için tasarladığım, “Sürdürülebilir Yaşam
Oyunları” dediğim, oyunlar, grup çalışmalarından oluşan eğitim programları yürütüyorum. “Sosyal sürdürülebilirlik”e hizmet eden
eğitim programlarının hazırlanmasına danışmanlık ediyorum ve yazılar yazıyorum.
Alternatif eğitim tekniklerini kullanarak toplantılara kolaylaştırıcılık
yapıyorum. Bir eko-köy girişimine
grup bilincini kavrayıp, bir arada üreterek yaşayabilmeleri için destek
vereceğim.
Yaptığım
işin bir benzeri yok, çünkü çok tanımlı bir şekli yok. İhtiyaçları dinliyor, kendi
yapabileceklerimden yola çıkarak bir öneri getiriyorum. Sonra bu öneriyi birlike detaylandırıp
nasıl hayata geçireceğimizi konuşuyoruz.
Şirketim yok. Kartvizitim
yok. Tanıtım dosyam yok. Referanslarım bugüne kadar birlikte çalıştığım
insanlar ve yaptığım işler.
