Yayın Detayları: Cumhuriyet Sürdürülebilir Yaşam Eki, 30 Nisan 2013
Amerikan Coğrafyacılar Birliği’nin 109 yıldır düzenlediği ve altı binden
çok sunum, poster sunumu, çalıştayın yapıldığı yıllık toplantıda coğrafya,
sürdürülebilirlik ve Coğrafi Bilgi Sistemleri konusundaki teorik ve uygulama
çalışmaları yer aldı. İlham veren
konuşmalar dinledim, ilginç kavramlarla tanıştım ve farklı yorumlarla
karşılaştım.
YURTTAŞ BİLİMİ (CITIZEN SCIENCE)
Bilimi bilim insanları yapar diye kabul edilir. Yirmibirinci yüzyılla birlikte
“Bilimi kim yapar? Bilim nasıl yapılır?” sorularının cevabı da değişmeye
başladı. Artık bilimi bilim insanı
olmayan halk da yapıyor. Buna da
“Yurttaş Bilimi” deniyor. Yurttaş Bilimciyi, Silvertown, “Bir bilimsel araştırmanın
parçası olarak veri toplayan ve / veya işleyen gönüllü” olarak tanımlıyor.
Yurttaş bilimciler genellikle, iklim değişikliği, su kalitesi takibi, koruma
biyolojisi, istilacı türler, nüfus ekolojisi ve takibi gibi geniş coğrafi alanlarda, uzun süreli,
yüksel hacimli bilgi toplamayı gerektiren ekoloji ve çevre bilimi projelerinde
çalışıyorlar. Halkın katkı vermeye
başladığı ilk bilimsel alan, ornitoloji.
Ornitoloji alanındaki en eski yurttaş bilim örneği, Kuzey Amerika’da 1900
yılında bu yana yapılan Kırismıs Kuş Sayımı. Türkiye’de ornitoloji alanındaki yurttaşların bilimi çalışmaları
nispeten yeni. Gönüllü yurttaş desteği ile Kış Ortası Su Kuşu Sayımları 2002 yılından bu yana yapılıyor. Türkiye’nin
Anonim Kuşları grubu, TRAKUS, yurttaş bilimi çalışmalarının en güzel örneklerinden
birini sunar.
Yirmibirinci yüzyılda bilgi paylaşımının hızlanıp, kolaylaşması; ortak
yazılımların yaygınlaşması; halkın iş gücü hacminin büyüklüğü, bilgi ve
becerilerinin toplam kalitesi ve gönüllü çalışması; bilimsel projelere finansal
destek sağlayan kurumların halk katılımını giderek önemsiyor olması “Yurttaş Bilimi” projelerinin yaygınlaşmasına neden olacaktır.
DAYANIŞMACI BİLİM (SOLIDARITY SCIENCE)
Bu kavram ilk, sosyal hareketlerin aktörleri ile bu hareketleri araştıran
bilim insanları arasındaki ilişkileri irdelerken ortaya çıkar. McCustor, dayanışmacı bilimi
tanımlarken, Gramsci’nin “organik
entellektüel” kavramından yararlanır.
Gramsci entellektüellerin toplumdaki rolleri ve birlikte yaşadıkları
toplumla ilişkileri üzerinde uzun süre kafa yorar. O’na göre, toplumdaki entellektüelleri entellektüel
olmayanlardan ayıran özellik toplumda üstlendikleri roller ve işlevlerdir. Her
sosyal grup kendi organik entellektüellerine ihtiyaç duyar ve onları yaratır. Modern
dünyada, teknik eğitim modern
entellektüelleri yaratan yeni bir ortam sağlar. Modern entellektüeller, günlük hayatta, sahip oldukları
bilgiyi kullanıp yaratarak ve organize ederek yani, ortaya koydukları elle
tutulur, gözle görülür çalışmalar ile toplumu etkileyip ikna eden, uzman
kişilerdir. Ait oldukları sosyal
sınıfın içinden çıktıkları için “organik”tirler. Gramsci’nin “organik entellektüel” tanımı dayanışmacı bilim
yapan bilim insanları için kullanılabilir. Nitekim, Rocheleau’nın çizdiği “dayanışmacı bilim insanı” portresi,
bilgi ile pratiği bir araya getiren, kültürel, politik ve ekolojik yaklaşımları
harmanlayıp birleştiren, sosyal hareketler ve bu hareketlerde aktif rol oynayan
aktörler için ve onlarla birlikte bilim yapan kişileri resmeder ki bu
Gramsci’nin “organik entellektüel”i ile kardeştir. Rocheleau’nun sunduğu portre, Gramsci’den farklı olarak, ait
olduğu topluma değil, bilimsel olarak araştırırken organik bağ kurduğu topluma
hizmet eder. Bu açıdan da aktivist
karaktere sahiptir. Bu bağlamda
kısa bir süre önce kaybettiğimiz Avukat Noyan Özkan örnek bir dayanışmacı bilim
insanı olarak değerlendirilebilir.
YOKSULLUK KAPİTALİZMİ (POVERTY CAPITALISM)
Konferanstaki açılış konuşmasında Ananya Roy’un bahsettiği konulardan
birisi yoksulluk kapitalizmi idi.
Kitabının da adı olan bu kavram dünyada giderek yaygınlaşan ve
derinleşen yoksulluğun nedenlerini irdeliyor. Ananya Roy ile söyleşi yapan Josh
Leon, çarpıcı bir örnekle yoksulluğun boyutunu ve zengin-yoksul arasındaki
farkın büyüklüğünü gözler önüne sermiş.
Dünyanın en zenginleri beşyüz civarında. Bir sinema salonunu ancak dolduracak sayıdalar. Fakat her zengin, yaklaşık 400 milyon
insanın sahip olduğu tüm para kadar paraya tek başına sahip. Ananya Roy’a göre yoksulluk kapitalizmi
Güney yarımküre veya Kuzey yarımküreye özgü coğrafi bir kavram değil. Tümüyle kalkınmayla ilgili ve kalkınmakta olan ülkeler için
tasarlanmış dünya düzeninin parçası.
Yoksullukla mücadele için Muhammed Yunus tarafından geliştirilen
mikrofinans yöntemini de bu bağlamda irdeleyip eleştiriyor. Mikrofinans yoksullara, yoksulluk
sarmalından çıkmaları için destek vermek üzere tasarlanmasına rağmen,
uygulamada global finans dünyası için karlı bir yatırım ürünü haline gelmiş,
diğer yandan devlet kontrolünde verildiği için tümüyle devletin desteğine
muhtaç ve her ülkede bir şekilde kendi bürokrasisini oluşturmuş. Bu iki sonuç mikrofinansın ruhuna
aykırı ve ilkeleri ile çelişiyor.
Diğer yandan mikrofinans ile yoksullun kalkınması finanse edilirken bir
yandan yoksulluğun ana nedenleri gözden uzaklaştırılıyor. Yoksulluğun ana nedeni kredi alamamak
veya sermaye bulamamak değil, yapısal olarak yaratılan sınıf, ırk ve cinsiyet
eşitsizlikleri nedeniyle güç sahibi olamamaları ve sömürülerek
çalıştırılmaları. Genel olarak,
mikrofinans yoksulluk nedenini sistematik olarak politikaların dışına çıkıyor,
apolitik hale dönüştürüyor.
Mikrokredi ülkemizde de uygulandı.
Fikret Adaman ile Tuğçe Bulut
“500 Milyonluk Umut Hikayeleri: Diyarbakır’dan İstanbul’a Mikrokredi
Maceraları” kitabında Türkiye’deki uygulamayı anlatmışlar. Bu kitabı Ananya Roy’un gözlüğü ile bir
kez daha okumak lazım.
SOSYO-EKOLOJİK AYARLAR (SOCIO-ECOLOGICAL FIX)
“Fix” sözcüğünü sosyo-ekolojik çerçevesinde çevirirken “tamir”, “yama” ile
“ayar” arasında kararsız kaldım. “Fix”i,
kapitalizmin yarattığı çelişkilerden dolayı planladığı gibi yolunda gitmeyen,
yürümeyen, çalışmayan mekanizmaları ve sistemleri kısa süreli çalışır hale
getirme gayreti olarak tanımlıyorum ve kararı okuyucuya bırakıyorum.
Kapitalizm sermaye birikimi için çalışır. Sermaya birikimi tüm dünyaya ve
yerel haklara ait varlıklara ve doğal kaynaklara el konulması ile mümkündür.
Özünde, doğal kaynakların sınırlı olmasından kaynaklı çelişkileri barındırır ve
doğal kaynakları pazarda satılacak ürüne çevirirken yaratılan kirlilik, bu
kaynakları kullananların bu haklarından mahrum bırakılmalari gibi sorunlar
yaratır. Bu çelişki ve sorunlar, sosyo-ekolojik ayarlar ile geçici olarak
yatıştırılır. Bu bağlamda
yenilenebilir enerji yatırımları sosyo-ekolojik ayar olarak değerlendirilebilirler. Yenilenebilir enerjinin çok geniş bir
uygulama alanı vardır ve yoğun sermaya gerektirir. Sermaye için yeni bir yatırım alanı açmış, şirketler için
yeni bir karlılık imkanı yaratmıştır.
Şehirlerin çevrelerindeki doğa alanlarını yok ederek büyümeleri de bir
diğer sosyo-ekolojik ayar olarak kabul edilebilir.
Sosyo-ekolojik ayar kavramı üzerinden sosyal ve ekolojik krizleri okumak,
bakış açımızı zenginleştirir mi?
Bu bilim dünyasının halen tartıştığı bir konu.
