Yayın Detayları: Cumhuriyet Sürdürülebilir Yaşam Eki, Ocak 2014
Yaklaşık yirmi yıl sonra
yeniden A.B.D.’deyim. Geçen süre
zarfında ülke değişmiş, ben de değiştim.
Burada yaşadıklarımı, okuduklarımı ve duyduklarımı geçmişe de vurgu
yaparak ve okurlarıma aktarmaya çalışacağım.
Amerika Birleşik
Devletleri hep özgürlükler ülkesi olarak tanıtıldı bize. Bu özgürlüklerin neler olduğunu
tanımlamak ve başlayıp uzandığı son noktaya belirleyerek sınırlarını
netleştirmek ise insanların hayal gücüne bırakıldı. Hayalimizdeki “özgür ve bağımsız A.B.D.”yi şekillendiren Hollywood’un
üretip, dünyaya sattığı Amerikan dizileri, sinema filmleri, Türkiye’de ana akım
medyanın yayınladığı haberler, magazin programları ve okuduğumuz ana akım
yayınevlerinin bastığı kitaplar oldu.
A.B.D.’de insanlar gerçekten “özgür” ve “bağımsız” mı? A.B.D. insanlar ne kadar “özgür” ve
“bağımsız”? Bu soruların cevabını
bulmak için A.B.D’deki yaşamı farklı açılardan irdelemek gerekiyor.
Annie Leonard’ın
“Şeylerin Hikayesi” filmini seyrettiniz mi? (http://www.youtube.com/watch?v=kz0h6VA4I-o).
“Şeylerin Hikayesi” A.B.D.’deki üretim ve tüketim sistemlerini eleştiren
20 dakikalık mini bir belgesel. Bu
üretim ve tüketim sistemlerinin yarattığı, küresel boyutta milyarlarca insanı
etkileyen ve gelecek nesilleri de etkilemeye devam edecek olan çevresel ve
sosyal sorunları, rakamsal ve yaşamsal gerçekler ile anlatıyor. Filmin en can alıcı sahnelerinden
birinde, halk için çalıştığını iddia eden “devlet” “şirketlerin” ayakkabılarını
parlatıyor ve sonra “devlet” ile “şirketler” elele poz veriyorlar. Bir başka sahnede, Başkan Bush şok yaratan yüzlerce insanın öldüğü trajik
11 Eylül olayından sonra yaptığı konuşmada, A.B.D. halkına “alışveriş yapın”
diye akıl veriyor. A.B.D.’de vatandaşların
birinci vazifesi satın almak. Hükümet
vatandaşı tüketici olarak görülüyor. Dolayısıyla ülkede “evrensel hak ve
özgürlükler” değil, “tüketici hakları ve satın alma özgürlüğü” mevcut ve kurulu üretim-tüketim sistemi içinde tüketicilerin
satın alma hak ve özgürlüklerinin sınırlarını belirleyenler ise devlet değil
şirketler.
Noam Chomsky ile
2005 yılında yaptığı söyleşide John Titlow, şunu sorar: “Biz (A.B.D.
vatandaşları) kendimizle öğündümüz gibi özgür ve bağımsız mıyız?” Noam Chomsky’nin cevabı “Özgür değiliz”
olur. Çünkü der Chomsky, kamuoyu
yoklamalarına göre A.B.D. halkı hükümetin kendileri için değil birkaç özel grup
için çalıştığına inanıyor. Zaten kamuoyunun
olmasını istediği şeyler, örneğin; devlet bütçesinde sosyal harcamalara, eğitime
ve sağlığa ayrılan paranın artması ile hükümet politikaları tümüyle birbirine
zıt. Kısacası, hükümet için
kamuoyu isteğinin pek bir önemi yok. Örnek olarak silah satışlarıyla ilgili kamuoyunun taleplerine
ve yasal düzenlemelere bakalım. A.B.D.’de Conneticut eyaletinde, 2012 yılının
Aralık ayında Sandy Hook İlköğretim Okulunu basan silahlı saldırgan 20’si çocuk
26 kişiyi öldürmüş ve sonra intihar etmişti. Saldırganın kullandığı yarı-otomatik silahlar dünyanın
pekçok ülkesinde ordu ve polis teşkilatlarında kullanılan cinstendi. A.B.D.’de ve dünyada şok yaratan bu üzücü
kanlı olaydan sonra, olası toplu katliamları engellemek için, silah satışındaki
kontrollerin arttırılmasını talep eden gruplar, yasal değişikliklerin yapılması
amacıyla harekete geçti ve halktan büyük destek gördü. Hükümet başta birşeyler
yapacak gibi göründüyse de geçen bir yıl sonunda hiçbir şey yapmadı. Çünkü, silah lobisi yasal
değişiklikleri engelledi. Silah
lobisine göre silah satın almak bir hak çünkü silahın kişisel güvenliği
sağlamak için gerekli olduğunu iddia ediyorlar. Silah satışlarındaki kontrol eksikliğinden kaynaklanan ve insan
hayatına mal olan trajik facialar umurlarında değil. Özetle, A.B.D.’de “silah satın alma özgürlüğü”, “güvenli ortamda
okuma özgürlüğünden” daha önemli ve değerli. http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_school_shootings_in_the_United_States sitesinde yayınlanan listeye
göre, Sandy Brook’dan sonra 2013
yılında A.B.D.’de sadece okullarda sekiz toplu katliam girişimi oldu. A.B.D. silahlı birisinin toplu katliam
yapması Ortadoğu’daki intihar bombacılarının eylemlerinden daha sık ve neredeyse
daha kanlı gerçekleşiyor.
Aslında bu ve
benzeri örnekler, şirketlerin kamusal karar mekanizmalarını kendi çıkarları
doğrultusunda nasıl etkileyebildiklerini yani Chomsky’nin “Sırlar, Yalanlar ve Demokrasi” adlı kitabında
bahsettiği gibi Thomas Jefferson’ın korkusunun gerçekleştiğini gösteriyor. A.B.D.’deki demokrasinin temeli bağımsızlık deklarasyonu ile
1776 yılında atılır. Bağımsızlık
Deklarasyonun taslağını A.B.D.’nin kurucu babalarından, Thomas Jefferson
hazırlar. Deklarasyonun ikinci
cümlesi insan haklarını en iyi ifade eden anlatımlardan birisi olarak kabul
edilir. Buna göre herkes eşit
yaratılır ve doğuştan Tanrı’nın bahşettiği, yaşama hakkı, bağımsız olma hakkı
ve mutluluğu yakalama hakkı gibi, varlığı tartışılmaz haklara sahiptir. Deklarasyon imzalandıktan sonraki elli
yıl içindeki gelişmeler, Thomas Jefferson’u tedirgin eder. Çünkü bankalar ve finans kuruluşları
ile paralı şirketlerin çok büyüyüp güçlendikleri takdirde, “demokrasi” adına
yapılanları ve “insan haklarını” tehdit
edeceklerini görür.
Deja vu!
Jefferson’ın
inandığı demokrasi ilkelerini savunan en son entellektüellerden biri,
Chomsky’ye göre filozof ve eğitimci John Dewey’dir. John Dewey “özgür” ve
“bağımsız” bireyleri demokratik toplumların yetiştirebileceğine inanır ve toplumların
demokratik olmalarının, iş ortamlarındaki kontrolü ellerinde tutmaları ile
mümkün olacağını savunur. Burada
kısaca bahsetmeden geçemeyeceğim.
John Dewey 1924 yılında Atatürk’ün daveti ile Türkiye’yi ziyaret etmiş,
fikirleri ve çalışmaları ile köy enstitülerine esin kaynağı olmuştur. Amerikan
Devriminin demokratik ilkelerini savunan Jefferson ve Dewey’in fikirleri
anti-kapitalist ve hatta Marksist izler taşır ve bugünkü A.B.D.’nin kapitalist
ideolojisine zıttır. Çünkü, üç asır içinde A.B.D. demokrasisinin kılıfı aynı
kalsa da içi tümüyle boşaltılmış, insan hakları tüketici haklarına dönüşmüştür.