Bir yandan müzedeki
müzikli, danslı, sivil itaatsizlik eylem fotoğrafları ve eylemcilere uygulanan
polis şiddetini görüntüleyen fotoğraflar Gezi Parkı direnişini ve yaşanan polis
şiddetini hatırlatıyor. Diğer yandan azınlık grupların sayıca çok olduğu ülkemizde
ayrıcalıksız eşitlik ve oy kullanma haklarının Cumhuriyetin kuruluş yıllarında hiçbir
ayrım gözetilmeden istinasız tüm azınlıklara tanındığı gerçeğini hatırlamamızı sağlıyor.
Amerika seyahatimde Alabama
eyaletinin başkenti Birmingham’da bulunan
‘Birmingham Civil Rights’ enstitüsünün müzesini gezme imkanı buldum. Bu müzenin anayoldan yönlendirme
levhalarından tutun şehrin içindeki konumuna, girişteki müze memurlarının her
ziyaretçiye yaptığı uyarıdan aktardığı tarihi olaylara kadar anlattığı o kadar
çok öykü var ki. Bu öykülerde yer alan
gerçekler Amerikan filmleri ile dünyaya pompalanan ‘Amerikan Rüyası’ ile
‘Özgürlükler Ülkesi’ söylemlerinin nüfusun önemli bir bölümü için bir seraptan ibaret
olduğunu ortaya koyuyor.
‘Civil Rights’
bir insanın ırkı, cinsiyeti ve dini ne olursa olsun sahip olması gereken haklar
olarak tanımlanıyor. Türkiye’de bu
tanımın içine medeni haklar, siyasi haklar ve vatandaşlık hakları giriyor. Bir otobüste boş olan herhangi bir koltuğa
oturma gibi insan haklarının da tanıma dahil edilmesi gerekiyor. Çocuğunuzu
evinize en yakın olan ve diğer çocukların gittiği devlet okuluna gönderme
hakkınız var mı? İstediğiniz kafede
oturabiliyor, istediğiniz berberde saçınızı kestirebiliyor musunuz? Seçimlerde oy kullanabiliyor musunuz? Amerika Birleşik Devletlerinin bazı
eyaletlerinde, ki Alabama bu eyaletlerden birisi, yaşayan zenciler 1970lere
kadar bu hakları kazanmak için mücadele ettiler. ‘Birmingham Civil Rights’
müzesi bu mücadeleyi kronolojik olarak kilit olaylar üzerinden belgeler, gazete
haberleri, fotoğraflar ve videolar ile anlatıyor.
Müzenin girişinde
zenci çalışanlar elimdeki fotoğraf makinesini göstererek içerde fotoğraf ve
filim çekiminin yasak olduğunu güler yüzle, çok kibar şekilde söylüyorlar. Neden bu müzede fotoğraf çekmek yasaklanmış
hiç anlam veremedim. Müzeyi gezip sergilenenleri görebiliyor, okuyabiliyor ve
inceleyebiliyorsunuz ama bunların görüntülerini alıp dışarı çıkmanızı ve başkalarına
göstermenizi, yani müzenin anlattığı yaşanmış olayları ve gerçekleri
yaygınlaştırmanızı istemiyorlar. Girerken
yapılan uyarıya rağmen içerde ziyaretçilerin fotoğraf çektiklerini, hatta
kamera ile müzeyi filme aldıklarına şahit oldum. Fotoğraf ve film çekme
yasağını uygulatmak için müzelerde görevliler olur. Bu müzede hiç görevliye rastlamadım. Kayıt etmek istediğim o kadar çok fotoğraf ve
belge vardı ki, gördüklerimi başkalarıyla paylaşma hakkımı kullanarak ben de
kural tanımayanların arasına katıldım. Fotoğraf
ve film çekme yasağının sadece sözle bilgilendirme biçiminde uygulanması, bu
yasağı eyaletin koyduğunu ve müze yönetiminin bunu uygulamaya mecbur
bırakıldığını düşündürttü bana.
Amerikan
vatandaşı olmalarına rağmen devlet ve eyalet politikaları ile yıllarca
ayrımcılığa uğrayan zenciler beyaz vatandaşlarla aynı haklara sahip olma
taleplerini sivil itaatsizlik ve şiddetsiz eylemler ile gündeme
getirmişler. Rosa Parks sivil
itaatsizlik eylemlerinin efsane isimlerinden biri. Alabama’da otobüslerde
beyazlar ve zenciler için ayrı oturma bölümleri vardı ve zenciler beyazların
bölümüne oturamazdı. 1955 yılında Rosa Parks’ın bindiği otobüste beyazların
oturduğu koltuklar dolunca, otobüs şoförü Rosa Parks’a yerini bir beyaz yolcuya
vermesini söyledi. Rosa Parks bunu
reddetti, yerini vermedi. Alabama
yasalarını çiğnediği için tutuklandı ve işini kaybetti.
Eşit haklar için
mücadele eden sivil itaatsizlerden bir diğer efsane isim Papaz Fred
Shuttlesworth. Alabama ve bazı güney
eyaletlerinde okullar beyaz ve zenci okulları olarak ayrılmışlardı. 1954
yılında ABD’nin en üst yasal organı Yüksek Mahkeme (Supreme Court) okullarda
beyaz-zenci ayrımı yapılmasının anayasaya aykırı olduğuna karar verdi. 1957
yılında Shuttlesworth bu yasanın uygulanıp uygulanmadığını test etmek için
eşiyle birlikte iki çocuğunu kayıt ettirmek için beyaz çocukların okuduğu bir liseye
gitti. Beyazların saldırısına uğradılar. Kendisi dövüldü, eşi bıçaklandı. Polis gelmedi. Birmingham okullarında
beyaz-zenci ayrımcılığı 1963 yılına kadar uygulandı.
Şehirlerarası
otobüslerde beyaz-zenci ayırımı yapılmaksızın oturulması Yüksek Mahkemenin 1946
yılında verdiği bir karar ile yasalaşmıştı.
Fakat ulusal düzeyde verilen bu karar güney eyaletlerinde
uygulanmıyordu. Devlet de buna göz
yumuyordu. James Farmer Jr. isimli aktivist 1961 yılında Özgürlük Yolcuğu
adıyla bir dizi sivil itaatsizlik eylemi başlattı. Beyaz ve zenci yolcular ülkenin farklı şehirlerinden
otobüslerle yola çıkıp güney eyaletlerine gittiler. Otobüs terminallerinde ve
otobüslerde beyaz ve zencilerin oturma yerleri ayrıydı. Bu uygulamayı reddedip birlikte
oturdular. Özgürlük Yolcuları özellikle
Alabama’da hem beyaz ayrılıkçıların hem polisin saldırısına uğradı. Dövüldüler, taciz edildiler ve tutuklandılar. Fakat bu sivil itaatsizlik eylemleri
kamuoyunun dikkatini çekmeyi başardı.
Montgomery
kentinde bir kilisede Özgürlük Yolcularını destek vermek için 1200 zenci ve
destekçileri toplandı. Kiliseyi
saran yüzlerce beyaz ayrılıkçı binaya
tuğlalar attı, arabaları yaktı. O gün bir Madımak Oteli olayı yaşanmasa da, 1963
yılında dini tören yapılırken 16. Cadde’deki kilise bombalandı. Pek çok insan
yaralanırken, 4 kız çocuğu öldü.
Suçluların yakalanmasına rağmen davaları yıllarca sürdü. Bombalama
eylemi sonrasında çıkan olaylarda iki zenci genç öldürüldü. Dr. Martin Luther
King, Jr. Alabama Valisi George Wallace’e ‘Küçük çocuklarımızın kanı elinizde’
yazan bir telgraf çekerek Valiyi ve eyalet yönetimini sonuçtan sorumlu
tuttu.
Güney
eyaletlerinde beyazların ve zencilerin alışveriş yaptığı dükkanlar, yemek yedikleri
lokantalar ayrı idi. Bunu protesto etmek için 1960ların başında zenci
üniversite öğrencileri beyazlara hizmet eden dükkanlara gidip oturarak oturma
eylemleri düzenlediler. Müşteri olarak gidip oturuyor ve servis
bekliyorlardı. Sözsel ve fiziksel şiddete
uğradılar, hapse atıldılar. Buna rağmen
4 ay boyunca 78 şehirde 50,000 zenci öğrenci ve destekçileri tarafından oturma
eylemleri yapıldı. Oturma eylemlerinin mimarı olan James Lawson, aktivistleri
şiddetsiz karşı koyma konusunda eğiten çalışmaları ile tanınıyor.
Güney
eyaletlerdeki nüfusun büyük çoğunluğu zenci olmasına rağmen en temel
vatandaşlık hakkı olan seçimlerde oy kullanma hakkından yoksundular. Oy kullanmak için kayıt olmak isteyen
zenciler tehdit ediliyor, işten çıkarılıyor ve hatta öldürülüyorlardı. 1965
yılında oy kullanma hakkı için yapılan eylemler Selma şehrinde yoğunlaştı. Eylemcilere polisin müdahalesi şiddetlendi,
Martin Luther King ile birlikte pek çok aktivist tutuklandı. Yürüyüş eylemlerinde polis tarafından bir
gencin öldürülmesi üzerine çok daha geniş katılımlı yürüyüşler düzenlendi. Kanlı Pazar denilen bir eylemde polisin göz
yaşartıcı gaz kullanması, eylemcileri atlarla ezmesi kamuoyunun büyük tepkisini
çekti. Bu gelişmeler ABD hükümetini Oy Kullanma Hakkı Yasasını çıkarmak zorunda
bıraktı. Aktivistlerin yürüttüğü yoğun
çabalar sonucu pek çok zenci 1966 yılında ilk kez oy kullanabildi.
Vatandaşlar
arasındaki ayrımcılığa karşı mücadele eden, dünyaca tanınmış Dr. Martin Luther
King, Jr.’ın sözleri eşit hak taleplerindeki haklılıklarını ortaya koyuyor.
Eğer biz hatalıysak, Yüksek
Mahkeme de hatalı,
Eğer biz hatalıysak, Amerika
Birleşik Devletleri Anayasası da hatalı,
Eğer biz hatalıysak, Yüce
Tanrı da hatalı.
Şiddetsiz sivil
itaatsizlik eylemlerini destekleyen Martin Luther King, Jr. şiddetten kendini
koruyamadı ve 1968 yılında öldürüldü.
Müzenin anlattığı eşit vatandaşlık hakları için
verilen bu uzun ve acı mücadele ABD’nin ‘Özgürlükler Ülkesi’ imajını sarsıyor,
iç politikalardaki çelişkileri görünür kılıyor. Belki de bunun için enstitü ve
müze Birmingham içinde şehrin dışında bırakılıp, yalnızlaştırılmış.

