GDO’ların ithalatına izin verilmesi, kontrolsüz kimyasal
ilaç ve gübre kullanımı, insan sağlığı yerine ekonomiyi önemsiyen hükümet
anlayışı yüzünden şehirde yaşayanlar için sağlıklı, güvenli besinlere ulaşmak
her geçen gün zorlaşıyor. Diğer
yandan kırsalda yaşayıp hala sağlıklı, nitelikli ürün yetiştirmeye devam eden
köylü ve çiftçilerin ürünlerini hak ettiği değerden satması, aracılardan ve
küçük çiftçi tarımını desteklemeyen devlet politikalarından dolayı güçleşiyor. Bu
zorlukları aşmak amacıyla üreticiden tüketiciye besin modeli geliştiren iki
grubu tanıtacağım; Boğaziçi
Mensupları Tüketim Kooperatifi (BUKOOP), Doğal Besin Bilinçli Beslenme Grubu
(DBB). BUKOOP’tan Özlem Öz,
DBB’den Ceyhan Temurcu çalışmaları hakkında bilgi verdiler.
Bu oluşumun ilk çıkış fikri, amacı, hayali
neydi? Fikir nasıl ortaya çıktı? Kaç
kişi ile başladınız?
ÖÖ - Son yıllarda, tükettiğimiz gıdanın içeriği, lezzeti,
üretim ve dağıtımının çevreye ve toplumun geneline etkileri hakkındaki
kaygılarımız giderek artıyor. Tüketiciler olarak, tarladan soframıza ulaşan
gıdanın, yaşamın temeli olan toprak, gen ve su kaynaklarımızı ne şekillerde
etkilediğini pek az biliyoruz. Ağır kimyasal girdiler kullanarak üretilen,
genetiği değiştirilmiş organizmalar içeren, endüstriyel işlemden geçirilip
sıhhi olmayan koşullarda saklanan gıdanın sağlığımıza sistematik etkilerine
ilişkin bulgulara her gün bir yenisi ekleniyor. Üstelik gıdanın başta gelen
üreticileri olan çiftçilerin, gıdanın taşınmasından ve işlenmesinden sorumlu
olan emekçilerin, çalışmalarının karşılığında ödüllendirilmek yerine mağdur
edildiklerini görüyoruz. Küçük çiftçilik yok oluyor, gıda ve tarıma şirketler
egemen oluyor.
Gıdanın üretim ve tüketiminde üreticiyi ve tüketiciyi
birlikte güçlendirecek alternatif bir örgütlenme modelini hep birlikte inşa
etmek mümkün olabilir mi diye hayal ettik. 10-15 kişilik bir çekirdek ekiple yola koyulduk ve BUKOOP’u
2009 yılında kurduk. Kooperatifimizin kuruluş aşamasında, örgütlü üretici ve
tüketicileri bir araya getirmede iki sendikanın, Eğitim Sen Üniversiteler
Şubesi ve Çiftçi Sen’in, çok önemli rolleri oldu.
CT- 2009 yılının
Haziran ayıydı. Sürdürülebilir yaşam pratiklerine kafa yoran pek çok dostumuz
gibi biz de, doğal üretimler yapan küçük çiftçilerin ve kırsal oluşumların
desteklenmesi için çareler düşünüyorduk. O sıralarda Antalya-Elmalı’da ekolojik
tarım öncüsü Serdar Tanal’ın, e-posta gruplarında yaşadığı zorlukları anlattığı
yazıları okuduk, telefonla temas kurduk. Ürünlerinin değerlendirilmesiyle
ilgili sıkıntılarını birinci ağızdan dinledikten sonra, kafamda bir model
oluştu. Doğa-dostu yöntemlerle üretilen ürünlere erişim için birlikte çalışan,
sorumlulukları paylaşan bir topluluk olabilirsek, aracılık ihtiyacını ortadan
kaldırabilirdik. Böylece “Doğal Besin, Bilinçli Beslenme” adlı Web haberleşme
grubunu kurduk (http://ankaradbb.wordpress.com/). O zamandan bu yana sürekli
yeni katılımcılar ekleniyor.
Başladığımız
noktada pek çok kişi ve oluşumla bağlantımız vardı. Güneşköy Kooperatifi’nin
halk destekli tarım çalışmaları, Ankara’da duyarlı bir topluluğun oluşmasını
sağlamıştı. Grubun başlangıç aşamalarında Güneşköy’ün ve onun bağlantılarının
etkisi önemli oldu.
Bugüne kadar yaptığınız
çalışmaları özetler misiniz?
ÖÖ- Önce bir pilot çalışmayla (sınırlı sayıda ürün, sınırlı sayıda
üye ve sınırlı sayıda üretici ile) başladık. İlk iş olarak bir web sayfası
hazırladık (www.bukoop.org). Sonra da, pek çok şeyi hayal ettiğimiz gibi
şekillendirebiliyor olmanın verdiği güç ve cesaretle yavaş yavaş ürün ve
üretici sayılarımızı arttırmaya başladık. Kooperatif bilinir ve görünür olmaya
başladıkça üye ve gönüllü sayılarımız da artmaya başladı.
CT- Pek çok kez
toplu sipariş organizasyonları yaptık. Üreticilerimizden taleplerimizi
olabildiğince ortak adreslere yönlendirerek nakliye masraflarımızı ve ekolojik
ayak izini azaltmaya çalıştık. Ancak
toplu sipariş organizasyonlarının koordinasyonu epey zaman ve çaba
gerektirdiğinden, bunu arzu ettiğimiz sıkılıkta yapamıyoruz. Bazen üreticilerimiz kendi toplu
siparişlerini organize ediyorlar.
Ürün temini
dışında, üreticilerimizin çiftliklerine ve üretim alanlarına ziyaretler yaptık,
çeşitli buluşmalarda bir araya gelip sohbet ettik, dertleştik…
Üreticilerle nasıl bağlantıya geçtiniz? Sizinle çalışan üreticilerin
profilini tanımlar mısınız? Üreticilerle kurduğunuz ilişkinin en önemli unsuru
ne oldu?
ÖÖ - Boğaziçi Üniversitesi’nde bir kooperatif fikri ilk ortaya çıktığından
beri benimsediğimiz “ürünlerimizi mümkün olduğunca örgütlü küçük çiftçilerden
ve üretici kooperatiflerinden alalım” ilkemizi hala koruyoruz ve çok
önemsiyoruz. Üreticilerle ilişkilerimiz oldukça yakın ve birebir. BUKOOP
kurulduğundan bu yana, üreticilerle bir çok toplantı düzenledik, üretici
gezileri yaptık, kooperatif hayalimizi birlikte şekillendirdik.
CT- Bazı
üreticiler bizi kendileri buldu. Bazılarını var olan üreticilerimiz tavsiye
etti. Diğer bazılarını grup katılımcıları önerdi ve biz onlarla temasa geçtik.
Eli toprağa değen,
tarımsal üretime birebir dahil olan insanlar. Doğaya ve yaşama değer veriyorlar. Toplumsal meselelere
duyarlı, çok yönlü ve çalışkanlar.
Samimiyet ve bunun
getirdiği güven duygusu.
Size kişisel ve grup olarak neler kazandırıyor? Üreticilerin
kazancı ne oluyor? Karşılıklı birbirinizden neler öğreniyorsunuz?
ÖÖ - Ortaklarımızın gündelik hayatlarında bir fark yaratıyor olmanın (ki
sağlıklı, lezzetli, adil, doğal çevreyi ve toplumu olumsuz olarak en az
etkileyen gıdayı kampüse kadar getirebiliyoruz) yanı sıra, BUKOOP sayesinde
hayalimizdeki gibi, hem tüketicinin hem üreticinin güçlendiği, alternatif bir
piyasa örgütlenmesi modelinin işleyebileceğini göstermiş olduk. Bize
“kaçınılmaz” ve “değiştirilemez” kurallarmış gibi sunulan acımasız rekabet ve
etkinlik vurgusunun yerine, dayanışma ruhunu ve işbirliğini öne çıkardığımızda
neler yapabileceğimizi gördük. Bu iki unsur, yani “kooperatif ruhu” ve “dayanışma”
vurgusu BUKOOP için eşsiz değerde.
CT- DBB bizlere
(hem üreticilere hem de kullanıcılara) anlamlı ilişkiler kazandırdı. Birlikte
iş yapabilme kapasitemizi ve özgüvenimizi artırdı. Nasıl üretildiğini
bildiğimiz, güvendiğimiz ürünlerle iyi beslenme imkanı sağladı. Harcadığımız
kaynakların nereye gittiğini, neye güç verdiğini bilmek bizi iyi hissettirdi.
Çocuklara ve
gençlere, gerçek gıdaların üretilip paylaşıldığı gerçek bir dünyanın var
olduğunu, piyasa koşullarının bize dayattığından farklı üretim ve kullanım
ilişkilerinin mümkün olduğunu gösterdi.
Ürünlerinin
kıymetini bilen insanlarca kullanıldığını görmek onları mutlu ediyor.
Yaptığımız siparişler bütçelerine katkı sağlıyor. Doğal üretim gibi çok zor ve
zahmetli bir işi sürdürmek için güç buluyorlar.
Üreticilerimiz bu
süreçte iletişim, tanıtım ve doğrudan satış konularında ihtiyaç duydukları
becerileri de geliştiriyorlar. Farklı insanlarla ve gruplarla tanışıyor,
bağlantılarını artırıp çeşitlendiriyorlar.
Birbirinize
verdiğimiz ve birbirimizden aldığımız en değerli şeyler: İnsan sıcaklığı, samimiyet, güven,
dayanışma.
Öncelikle, bin bir
emekle üretilmiş, tertemiz, doğal, gerçek gıdalar. Ekolojik tarım ve doğal
yaşamla ilgili çok değerli bilgi ve pratikler. Çiftliklerini, üretim alanlarını
ve en önemlisi gönüllerini bizlere açmaları.
Aradaki eğitimsel, kültürel, sosyal farkları nasıl
aşabildiniz? İlk başta kurduğunuz hayaller değişime uğradı mı? Tüketicilerle ortak hayalleriniz oluştu
mu? Yaptığınız çalışmaların köylülerin topraklarını bırakmamalarına katkısı var
mı?
ÖÖ - Bu konularda pek fazla bir sorun
yaşamadık. Ürünlerin çiftçiler tarafından zamanında kargolanmaması sorun
yaratabiliyor bazen ama birlikte çalıştığımız çiftçilerin huyunu suyunu da
öğrendik zamanla. O geç gönderir biraz, erken sipariş verelim, diyoruz örneğin.
Çiftçilerin değişik zaman algısı biraz kendimize bakmayı da öğretti bize. Acele
acele iş halletmeye çalışıyor bulduğumuzda kendimizi, birbirimizi durduruyoruz,
günlük rutinlere boğulup asıl amaçlarımızı, önceliklerimizi unutmayalım diye
özen gösteriyoruz. “Yavaş koop” felsefesini benimsedik yani!
Üreticilerin hayatlarında yaratabileceğimiz dönüşümlere dair ise, onlara
ürünlerini tüketicilere aracısız ulaştırma olanağı sağlıyor olmamızın yanı
sıra, katılımcı sertifikasyon konusunu da özellikle belirtmeliyiz. Katılımcı sertifikasyon sistemi, esas olarak “tüketicinin
adil ve bilge köylü tarımıyla üretilmiş ürünleri üreticiden düzenli olarak
alması” ilkesi üzerine inşa ediliyor, ki bu küçük çiftçiler için çok önemli
bir katkı. Bu sistemde üretici kendisini örgütü (kooperatif/sendika)
aracılığıyla denetliyor. Bu durumda bize düşen, kooperatifimize getirdiğimiz
ürünlerin her biriyle tek tek ilgilenmek ve
küçük çiftçiyi adil, sağlıklı ve temiz gıda üretimine teşvik etmek. BUKOOP’ta
böyle bir çalışmayı Ocak 2012’de başlattık, hızla ilerliyoruz.
CT -
Grup yöneticileri olarak DBB üreticilerini seçerken bu tür farklara odaklanmıyoruz.
Birincil ölçütümüz, sistemik kimyasallar kullanmadan, doğa-dostu yöntemlerle
üretim yapıyor olduklarını beyan etmeleri ve üretim süreçlerini grubun (sadece
grup yöneticilerinin değil herkesin) denetimine açmaları. Bir de internet
üzerinden haberleşme imkanlarını kullanabilmeleri gerekiyor. Temel konularda
güven oluştuktan sonra, iletişimde duyarlılık ve hoşgörü her şeyi çözmeye
yeterli. Sağlıklı bir iletişim ortamı yakalamış olmamızda, grubun kapsamını,
çalışma alanını ve iletişim çerçevesini baştan iyi belirlemiş olmamızın
(katılım ve işleyiş ilkelerinin açık olmasının) da katkısı var.
Baştan
çok net hedefler koymadık. Grubun kendi dinamikleriyle, katılımcı ve organik
bir şekilde gelişmesini öngördük. Zaman zaman aramızda, farklı yapılara geçme
önerilerini paylaşıyoruz, ama şimdiki gibi minimal bir yapı olarak da
kalabiliriz.
En
büyük hayalimiz DBB benzeri oluşumların artması, çeşitlenmesi ve farklı
şehirlerde,bölgelerde ortaya çıkması. Doğal tarım yapan kişi, aile ve
oluşumların çevrelerinde yaşayan insanlar için gıda üretmesi ve onlar
tarafından desteklenmesi.
Bazı
üreticilerimizden aldığımız geri bildirimlerden, doğal üretimi sürdürebilmeleri
için DBB’nin önemli bir destek sağlamış olduğunu öğreniyoruz.
Bu çalışmaları başkalarına önerir misiniz? Karşılaşacakları en büyük zorluk nedir?
ÖÖ - Kesinlikle. Hepimiz kendi yaşadığımız ve
çalıştığımız yerlerde benzer müdahalelerle daha güzel bir dünya hayaline doğru
bir dönüşümü başlatabiliriz. Belki ölçeği küçük ama iddiası büyük adımlar
bunlar. Zorluklar oluyor tabii (işleyişin örgütlenmesi, gönüllülüğün ve
devamlılığın sağlanması vs.) ama dayanışma ruhunu öne çıkararak aşmak mümkün
tüm bu zorlukları.
CT - Şüphesiz öneririm. Kendi hayatlarının, sevdiklerinin, içinde
yaşadıkları toplumun ve gezegenin sorumluluğunu almaları için. Hiç kimse doğal
ürünleri getirip önümüze koymayacaktır. Hele de günümüzün ekonomik toplum
kurgusu içinde. Biz kendi çabalarımızla gerçek gıdayı bulup kaynağından
edinmezsek, kimse de duyarlı çiftçileri desteklemeyecektir.
Zamanımızı ve enerjimizi iyi kullanmamız gerek. Bence bunun yollarından
biri, çok net hedefler koymak yerine sorumluluğun dağıtıldığı, çeşitli
etkileşimlere imkân tanıyan çoğulcu yapılar tasarlamak. Bunun için de ilkelerin
ve etkinlik çerçevesinin baştan iyi belirlenmesi önemli.
Bir de, katılımcı oluşumlarda öncü roller üstlenen kişilerin, özellikle
başlangıçta çok fazla ve etkin katılım beklentisi içinde olmamalarını öneririm.
Alışkanların birden değişmesini beklemek gerçekçi değil. Belki de
yapabileceğimiz en etkili şey başkalarından çok şey beklemek yerine kendi
sorumluluğumuzu üstlenmek; Gandhi’nin dediği gibi dünyada görmek istediğimiz
değişimin kendisi olmak.


