Endüstri Yüksek Mühendisi ve Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri doktora öğrencisi Ayşen Eren, Japonya'nın güneybatısındaki Wakayama şehrinde yaşayan yüksek lisans öğrencisi Karly Burch ile Fukuşima sonrası Japonya'nın gündelik hayatındaki değişiklikler üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi. Burch, "Hayat Japonya'da asla normale dönmeyecek" diyor.
Rachel Carson’un
modern çevre hareketini başlatan “Sessiz Bahar” kitabı bilimsel veriler
kullanarak tarımsal ilaç DDT’nin doğayı, canlıları öldürerek nasıl
sessizleştirdiğini anlatır. 2011
yılında Fukushima’da yaşanan nükleer kaza felaketi ile doğaya salınan radyasyon,
su, hava ile yayılarak canlıları öldürdü. Radyoaktif parçacıkların ışımaları
canlıları olumsuz etkilemeye devam ediyor. Bahar yılın en güzel mevsimi. Japonlar
için büyük önem taşıyan kiraz çiçekleri sakuraların tümüyle açtığı bu neşeli
mevsim artık acı anıları hatırlatıyor. Kiraz çiçeklerini izledikleri büyük eğlenceler
de yapılmıyor. Fukushima nükleer
santral felaketi sonrasında Japonya’da neler yaşandı, neler değişti? Bu soruyu, politikacılar, siyasiler,
biliminsanları veya enerji şirketi sahiplerine değil doğrudan bu değişimleri yaşayan
Karly Burch’a yönelttim.
Japonya’nın
güneybatısındaki Wakayama şehrinde yaşıyan Karly Burch yüksek lisans öğrencisi. Fukushima bölgesini terk etmek zorunda
kalanlara yardım eden Ninniko ve Okaton gruplarında gönüllü. Ayrıca Kansai’de yiyecek sistemi ve
çevreyi radyasyon kirliliğinden korumaya çalışan grubun üyesi.
Bahar Fukushima’ya geldi mi?
Bu sene bahar çiçekleri özellikle endişe
veriyor. Çünkü Fukushima patlaması
sonrası havadan gelen nükleer döküntüler ağaçların üzerine indi, polen ve
yapraklarda birikti. Bu sadece
Fukushima civarında değil, Tokyo dahil kuzey Japonya’da oldu. Geçen Aralık ayında biliminsanları
sedir ağacı çiçeklerinde 250,000 bekerel/kg radyoaktif sezyum tesbit etti. Bu çok yüksek bir miktar. Ağaçların sadece polenleri değil, yaprakları,
dalları radyoaktif durumda.
Radyoaktivite ile kirlenmiş topraklarda yaşamak
güvenli değil. Burada yaşayanlar
taşındı mı? Taşındılarsa, bu nasıl
oldu, devlet taşınanlara yardım etti mi?
Devlet radyoaktif bölgede yaşayan halka temiz su ve yiyecek sağladı mı?
Hükümet, kaza sonrası güvenli radyasyon sınırını 1
millisievert/yıl’dan 20 milisievert/yıl’a yanı 20 katına çıkardı. Fukushima civarında yaşayan halkı, radyasyon miktarı bu standardın altında
olan yerlerin yaşamak için güvenli olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Biliminsanı Arnie Gunderson, bu miktarın
bile çok yüksek olduğunu ve sadece dışardan gelen radyasyonu hesaba kattığını, oysa
su, yiyecek, hava ve kesikler yoluyla vücuda giren alfa ve beta taneciklerinin
vücudun içinde ışımaya devam ettiğini , bunu dikkate almadıklarını açıkladı (http://fairewinds.com/content/cancer-risk-young-children-near-fukushima-daiichi-underestimated). Ayrıca radyasyonun etkisi cinsiyete ve
yaşa göre değişiyor. Kadın ve
çocuklar daha büyük risk altındalar.
Yiyecek için de aynı durum söz konusu. Yiyeceklerde olabilecek radyasyon
miktarı çok yüksek ve her yiyecek radyasyon testine tabi tutulmuyor. Örneğin; halkın tükettiği
mantarlarda 720 bg/kg radyasyon ölçüldü, oysa devletin koyduğu en yüksek sınır
100 bg/kg. Bu nedenle halk
Fukushima nükleer kazasından uzaklığı nedeniyle nispeten az etkilenen
güneybatıdan gelen ürünleri satın alıyor.
Devlet görevlileri halkın yiyecek konusundaki endişesini “temelsiz
söylentilere” bağlıyor.
Felaketin ilk günlerde, evlerini boşaltmaları
gereken insanlar zorla otobüslere bindirilmişler ve yanlışlıkla radyasyon
miktarı çok daha yüksek olan yerler taşınmışlar. Geçici konutlar da radyoaktivite bulaşmış çimentodan yapılmış.
Wakayama’ya gelen Fukushima göçmenleri çoğunlukla
kadın ve çocuklar. Erkekler para
kazanmak zorunda oldukları için bölgede kalmaya mecbur bırakılmışlar.
Çiftçiler dahil bölgede yaşayan, geçim
kaynaklarını ve aile mallarını kaybeden bölge halkına tazminat verileceği
söylenmiş, fakat şimdi TEPCO’dan (nükleer santrali işleten enerji şirketi) para
almanın çok zor olduğunu düşünüyorlar.
Bölgede yaşayanlar yaşadıkları sağlık sorunları
hakkında konuşmaya çalıştılar, fakat nükleer endüstrisinin etkisi altındaki
hükümet tarafından susturuldular.
Japon hükümeti krizi nasıl yönetti? Halk nükleer meselesinde hükümete
güveniyor mu?
Hükümetin krizi iyi yönetemediğini düşünüyorum
çünkü durumun vahamiyetini kabul etmedi ve insanların hayatlarını korumak
yerine ekonomiye öncelik verdi.
Ayrıca, radyoaktivite bulaşmış yiyecek ve tusunami ile deprem enkazını
dağıtarak tüm ülkeyi kirletmek ve halk sağlığını yok etmek, ekonomik büyümeyi
başarmalarına yardımcı olmayacak, çünkü iş gücü hastalanacak. Kadın ve çocuklar radyasyondan daha
fazla etkilendikleri için Japonya’daki “yaşlı nüfus” problemi giderek
kötüleşecek.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Deprem ve tsunumai sonrası büyük enkaz
oluştu. Fukushima nükleer santralı
patlayınca bunun üzerini radyoaktif parçacıcıklar kapladı. Şimdi bu enkazın ne
olacağı tartışılıyor. Hükümet, yakılmasını
istiyor fakat bu çok tehlikeli. Çünkü,
yakıldığında yokolmayan radyoaktif maddeler havaya karışıp, rüzgar ile yayılabilir,
yağmur ile toprağa ve suya inerek çok geniş alanları kirletebilir. Nükleer
karşıtları ve vatandaş grupları bunu engellemek için çabalıyorlar.
Hayat Japonya’da
asla normale dönmeyecek. Nükleer
kirlilik, Japon halkının sağlığını ellerinden alacak. “Nükleer riskliyse evdeki tüp de riskli” diyerek nükleer
santral felaketini basit bir patlama olarak gören Başbakan, acaba Fukushima’da
nükleer felaketi sonrası Japonya’da yaşananları inceledi mi?


