Yayın Detayları: Cumhuriyet, Sürdürülebilir Yaşam Eki, 31 Temmuz 2012
Meralar, otlaklar, balık
avlanma bölgeleri, doğal plajlar, su rezervleri, ormanlar, yaylalar. Ortak özellikleri, insanların kullandığı
ortak doğal kaynak olmaları. Bunların
sahibi kim? Kullanım hakları kime
veya kimlere ait? Satılabilirler
mi? Kiralanabilirler mi? Nasıl yönetilmeliler? Ortak doğal kaynakların idaresini devlet
mi, şirketler mi, yerel halklar mı yapmalı? Gelecek nesillerin haklarını gözeten sürdürülebilir ortak doğal
kaynak yönetiminin ilkeleri neler olmalı?
Bu sorulara cevap arayan, ortak doğal kaynak kullanımı konusunda kabul
görmüş inanç ve kuramları derinlemesine sorgulayarak kökten sarsan çalışmalar
yapan biliminsanı Elinor Ostrom Haziran ayında vefat etti.
İnsanlar herkesin
kullanımına açık kaynakları tüketinceye kadar bazen trajik bir şekilde kendi
sonlarını da hazırlayarak kullanırlar.
“Ortak Varlıkların Trajedisi” (Tragedy of Commons) olarak bilim tarihine
geçen bu kuramı Hardin 1968 yılında tanımladı. Çalışması o kadar ilgi gördü ki makalesi
en çok okunan bilimsel makaleler listesine girdi. Ülkemizde doğal süngerin artık çıkmaması, balığın çok
çıktığı bazı bölgelerde balık miktarında gözlemlenen büyük orandaki
azalmalar, Van Gölü’nde inci
kefalinin neredeyse yok olması, köylülerin kendilerine tarım arazisi açmak için
ormanları yakması, Konya ovasında çiftçilerin açtığı sayısız kuyu nedeniyle yeraltı
su rezervinin önemli ölçüde azalması “Ortak Varlıkların Trajedisi” teoremini
destekler nitelikteki vakalardan birkaçı.
Hardin,
kullanıcıları bencil, kuralsız ve kısa dönemli çıkarlarını mazimize etmeye
çabalayan kişiler olarak kabul eder ve bunların ortaklaşa kullanılan doğal
kaynakları ümitsiz biçimde aşırı tüketecekleri için iyi yönetemeyeceklerini
iddia eder. Bunu önlemek için iki yöntem önerir. Birincisi, doğal kaynakların mülkiyet haklarının olması ve
özelleştirilmesi, diğeri devletin mülkiyet haklarına sahip olup bu kaynakları
kontrol edip yönetmesi. Hardin’in
bu çalışması, ana akım ekonomistlerin çok sevdiği doğal kaynakların korunması
için özelleştirilmesi gerektiği fikrini destekledi ve ayrıca, özellikle merkeziyetçi
hükümetlere, politik ve ekonomik güçlerini artıracak biçimde, doğal kaynakları
devletin mülkiyetine geçirmek ve kontrol altına alıp, yönetmeleri için bahane
sundu. İlki kapitalizme, ikincisi
sosyalizme uygun geliştirilen bu çözüm önerileri devletler tarafından sürdürülebilir
kalkınma adı altında denendi. Amazon
ormanlarının devlet tarafından şirketlerin kullanımına açılmasıyla giderek tahrip
olması, Rusya ve Çin’de geniş otlakların büyük oranda tahrip edilmesi, yeni
Tabiatı ve Bioçeşitliliği Koruma Kanun tasarısı ile koruma altındaki alanların korumasının kaldırılacak olması,
Çıralı’da köyün ortak kullandığı sahilin bir şahsa kiralanması, HES’lerin orman
dokusuna, toprağa ve biyoçeşitliliğe verdiği zararlar, DSİ’nin yaptığı su
rezervleri ve barajlarla su miktarını azaltarak Burdur Gölü’ne ciddi zarar
vermesi, balık çiftliklerinin deniz ve kıyıları kirletmesi ve denizaltındaki
biyoçeşitliliği azaltması dünyada ve ülkemizdeki başarısız özelleştirme ve
devletleştirme örneklerden sadece birkaçı.
“Ortak Varlıkların Trajedisi” kuramının
ardından biliminsanları dünyanın farklı coğrafyalarında pekçok deneysel alan
çalışması yaparak kuramı çürüten sonuçlar buldular. İnsan toplulukları
kullandıkları ortak doğal kaynakları yok etmeden yüzlerce yıldır başarıyla
yönetmekteydiler. Ostrom’un en
büyük katkısı bu çalışmaları derleyip, analiz ederek Hardin’in kuramını çürütmesidir.
Ostrom, Hardin’in kuramının dayandığı varsayımların ve modellerin gerçekleri
yansıtamayacak kadar basit olduğunu söyledi. Yerel toplumların bazı şartlar yerine geldiği takdirde kullandıkları
doğal kaynakları kendi kendilerine başarılı şekilde yönetebildiklerini gösterdi.
Yaptığı çığır açan çalışmalar ile,
toplumların Ortak Varlık ikilemini etkin şekilde çözen pekçok farklı kurum ve
sistemler kurduklarını kanıtladı.
Bu sosyo-ekolojik sistemleri incelemek için yeni bir model geliştirdi. Bunu yaparken farklı bir bilimsel yöntem
kullandı. Geleneksel bilimsel
yaklaşımların, karmaşık olarak kabul ettiği sosyo-ekolojik sistemleri analiz
etmek için yetersiz kaldığını düşünerek, bunların yerine tıp alanında yaygın
kullanılan tanısal yaklaşımı savundu.
Nobel Ekonomi Ödülü'ni alan ilk kadın
Ostrom’un en çarpıcı tezi, ortak doğal
kaynakların kullanımını kısıtlayan kuralları geliştirmekte birbirini tanıyan
insanların, aralarındaki ilişkiler güven, karşılıklılık ve itibara
dayandığından, birbirini tanımayan insanlara göre daha başarılı olacaklarıdır. Bu noktadan hareketle, pazar
mekanizmaları ve devlet yerine, ortak doğal kaynakların yerel toplumlar
tarafından geliştirilen sistemler ile sürdürülebilir şekilde yönetilebileceğini
savundu. Nobel ödülü
aldığında yaptığı konuşmada*, yerel toplumların kendi sistemlerini
kurabilmeleri için karşılıklı güvenin ne kadar önemli olduğunu vurguladı.
Hardin’in “Ortak Varlıklar Trajedisi” kuramını
esas alarak doğal kaynakların mülkiyet ve kontrolünü devlet veya pazar mekanizmalarını
kullanarak şirketlere devretmenin, bu kaynakların sürdürülebilir kullanımını
sağlamadığını söyleyen Elinor Ostrom, yerel toplumların geliştirdiği yüzlerce
yıldır kullanılan kadim doğal kaynak yönetim sistemlerini savunmuştur. Yaptığı çalışmalar ile, hem
sürdürülebilir ortak doğal kaynak yönetimi konusunda çalışan akademisyen ve
pratisyenlere ilham olarak önlerinde yeni bir yol açmış, hem de bu kaynakları yöneten
resmi kurumlara, organizasyonlara ve devletlere gerçekleri yansıtan bir ayna
sunmuştur.

