Sürdürülebilir yaşam için
emek harcamış üç kadın: Donella Meadows, Elinor Ostrom, Joanna Macy. Akademisyen olan Donella Meadows ve
Elinor Ostrom, doğru kabul edilen paradigmaları yıktılar, öncü çalışmaları ile
sürdürülebilirlik kavramına yeni boyutlar kazandırdılar, akademik çalışmaları
ve hükümet politikalarını etkilediler.
Joanna Macy,”Büyük Dönüşüm” adını verdiği, insanlığın endüstriyel ve
ekonomik anlamda büyüyen toplumdan yaşamı sürdüren uygarlığa geçişini
kolaylaştıran eğitim programları geliştirdi ve bu programları uzun yıllardır
uyguluyor. Onlar, sadece teknik
bir kavram olduğu kabul edilen sürdürülebilirliğin, göz ardı edilmiş olan fakat
kritik öneme sahip sosyal boyutunu ortaya koydular.
DONELLA MEADOWS
Kırk
yıl önce, 1972 yılında Donella Meadows’ın iki meslekdaşı ile birlikte yazdığı
“Büyümenin Sınırları” kitabı yayınlandığında ortalık karıştı. Kitap, Dünyanın
sınırları olduğunu ve bu sınırların ekonomik büyümeyi sonsuza kadar destekleyemeyeceğini
anlatıyordu. Dünya nüfusu,
endüstrileşme, kirlilik, gıda üretimi ve kaynak tüketimi değişkenlerini
kullanarak hazırladıkları modeli analiz ederek, gelecekte ekonomik büyümenin
yaratacağı senaryoları test ettiler.
Sonuçlar iç açıcı çıkmadı ve kontrolsüz sürekli ekonomik büyüme
eğiliminin 21. yüzyılda uygarlığın çöküşüne neden olacağını gösteriyordu. Kitap, Dünyanın ekolojik limitlerinin
varlığı üzerinde yeni bir tartışma başlattı. O kadar çok ses getirdi ki yirmisekiz dile çevrildi, 9
milyon adet satıldı. Aynı grup 1992’de çalışmalarını güncelleyip, yeni bir
kitap çıkardı ve Dünyanın kapasitesini çoktan aşıldığını söyledi. 2002 yılında 30 yıllık verileri
kullanarak, çalışmalarını tekrar güncelleyip, yeni bir kitap yazdılar. En son yaptıkları çalışmada ilk
ikisinden farklı olarak sürdürülebilir yaşama nasıl geçileceğini, geçerken
hangi araçlara gerek duyulacağını anlattılar. Bunları, vizyon oluşturmak, bağlantılar kurmak, gerçeği
söylemek, öğrenmek ve sevmek olarak listelediler. Sevginin sürdürülebilir yaşamla ne ilgisi var
diyebilirsiniz. Donella Meadows
bireycilik ve dar kafalılığın günümüz sosyal sisteminde en büyük iki sorun ve
sürdürülebilir yaşamı imkansız kılan neden olduğuna inanıyordu. Sürdürülebilir
yaşama geçişin, ancak birlikte,
ortaklaşa bir dönüşümle mümkün olacağını, bunun da sevgisiz olamayacağını
savunuyordu. Küresel dayanışma ile
ortaklaşa yapılacak çalışmalar sayesinde insanoğlu ekolojik ayakizini
sürdürülebilir bir düzeye çekebilirdi.
Doğayı, insanlığı, gelecek kuşakları sevmenin küresel düzeyde adımlar
atılmasında katalizatör rol oynayacağına inanıyordu.
Üniversitede kimya okumuş, doktorasını biyofizik alanında
yapmış, MIT’de sistem dinamik modellemeleri kurmuş, çok uzun yıllar
üniversitede araştırmacı ve hoca olarak çalışmış bir biliminsanının, yıllar
sonra sürdürülebilirliğin sadece teknik değil aynı zamanda sosyal boyutlu bir
kavram olduğunu kavraması, ne kadar köklü bir kişisel dönüşüm geçirdiği
konusunda bize ipucu verir.
ELINOR OSTROM
Elinor
Ostrom’un çalışmalarından geçen ayki yazımda bahsetmiştim. Elinor Ostrom, 2009 yılında Nobel Ekonomi ödülünü aldı
ve bu ödülü alan ilk kadın oldu. Araştırmaları
sonunda ortak doğal kaynakların yerel toplumlar tarafından sürdürülebilir
şekilde yönetilebileceğini, üstelik devletten ve pazar mekanizmalarından daha da
başarılı olabileceklerini gösterdi.
Yerel toplumların kendi sürdürülebilir ortak doğal kaynak yönetim
sistemlerini kurmaları için güvenin çok önemli olduğunu vurguladı. Birbirini
tanıyan, aynı topluma ait insanların, aralarındaki ilişkiler güven,
karşılıklılık ve itibara dayandığında, birbirini tanımayan insanlara göre daha
başarılı olacaklarını söyledi.
Kaynak
yönetimi gibi teknik olduğu kabul edilen bir alana, “güven”, “karşılıklılık”,
“itibar” gibi sosyal tabanlı ilişkilerin kritik etkisini göstererek, kabul
görmüş inanç ve kuramları derinden sarstı. Doğal kaynakların mülkiyet ve kontrolünü devlet veya
şirketlere devretmenin, bu kaynakların sürdürülebilir kullanımını sağlamadığını
söyleyen Elinor Ostrom, yerel toplumların yüzlerce yıl boyunca geliştirdiği kadim
doğal kaynak yönetim sistemlerini savundu.
JOANNA MACY
Geçmiştekinden
çok daha fazla bilgiye ve teknik imkanlara sahip olmamıza rağmen neden yaşamı
hiçe sayan, yok eden adımlar atıyoruz?
Örneğin; bilim insanlarının plastiğin doğaya verdiği zararları
anlatmasına rağmen, neden hala insanoğlunun elinin değmediği tertemiz plajları,
ormanlık alanları kirleten plastik eşyaları üretmeye, üretileneri kullanıp çöpe
atmaya devam ediyoruz? Nükleer
santrallerin yarattığı sorunlar bilinmesine, kazaların sonuçları görülmesine
rağmen, neden hala nükleer santral kurulsun diye çalışıyoruz. Joanna Macy bu soruları kendine soran
ve cevapları üzerinde çalışan bir eko-filozof ve aktivist. İnsanoğlunun
gelecekte var olmasının, sürdürülebilir topluma dönüşmesine bağlı olduğuna
inandı. Doktorası olmasına rağmen
akademik kariyeri seçmeyip, sürdürülebilir yaşama dönüşü hızlandıran,
kolaylaştıran pratik gurup çalışmaları yapıyor. James Lovelock’ın geliştirdiği Gaia teorisini, dinsel
öğretilerin ışığında sistem düşüncesiyle harmanladı ve dönüşümü hızlandırıp,
kolaylaştırmak için “Büyük Dönüşüm” diye adlandırdığı eğitim programları hazırladı. Bu programlar, Joanna Macy’ye göre
dönüşümün başlayacağı üç alanla ilgili;
- Dünyaya ve canlı-cansız varlıklara verilen zararların azaltılması,
- Yapısal nedenlerin analizi ve alternatif yapıların yaratılması,
- Dünya görüşü ve değerlerde büyük değişim.
Uyguladığı
programlarda, bireylerin korkularının, bilgisizliklerinin, önyargılarının,
ihmallerinin üzerine giderek, kendi kendileriyle yüzleşmelerine ve Derin
Ekoloji felsefesini kullarak doğa ile olan bağlarını güçlendirip, değişim için
hareket geçirerek, sürdürülebilir bir uygarlık yaratmada rol almalarına
çalışıyor.
Sıradışı işler
yapan bu üç kadının ortak noktası sürdürülebilirlik için sevgi, güven ve kişisel
değişimin önemini ortaya koymaları ve sürdürülebilirliğin sosyal boyutunu görünür
kılmalarıdır.
