Yayın Detayları: Cumhuriyet Sürdürülebilir Yaşam Eki, Mart 2014.
Gezi olayları ile başlayan halk hareketi 17 Aralık 2013’de ülkeyi sarsan rüşvet skandalı nedeniyle büyüyerek devam ediyor. Bu ikinci dalga hareket ilkine göre daha yaygın, güçlü, kamusal bir kimliğe sahip ve Türkiye demokrasi tarihinde önemli ve farklı bir yeri var. Bu nedenle, 30 Mart yerel seçimleri yaklaşırken Gezi kamusal hareketini ve Türkiye demokrasisini John Dewey ile okumak ve irdelemek istedim.
John Dewey tanınmış Amerikalı filozof ve eğitim
teorisyenidir. Atatürk’ün daveti
ile 1924 yılında Türkiye’ye gelmiş, Türk eğitim politikası ve sisteminin
oluşturulmasına önemli katkı sağlamıştır.
Dewey demokrasi savunucudur.
Demokrasiyi sosyal hayatın ayrılmaz bir parçası kabul eder. Dewey’e göre demokrasi, aile,
okul ve toplum yaşamı içinde, bireylere deneyimleterek öğretilen yaşamsal bir
beceri, bir gelenektir. Dewey’in
demokrasisinin, bugün Türkiye’de siyasi partiler arasına sıkışan, vatandaşların
dört yılda bir oy sandıklarını ziyaretinden ibaret demokrasiden çok farklı
olduğu bilinmelidir.
John Dewey’e göre bireyler fiziksel, zihinsel ve
ruhsal eylemlerin merkezidir.
Eylemlerinde neyi düşünebileceklerini, neyi seçebileceklerini belirleyen
pekçok sosyal etkiye maruz
kalırlar. Bazen bu etkiler
birbiriyle çatışır. Bu karmaşık ve
çatışan sosyal etkilerin altında bireysel bilinç odaklanır, eyleme karar verir
ve uygular. Eylem sonrasında çıkan
sorunları çözer. Birey yerine
bireyler topluluğu veya halk söz konusu olduğunda aynı kurallar ve akış
geçerlidir. Yazımda bundan sonra
halk sözcüğü yerine kamu sözcüğünü kullanacağım. Çünkü kamu sözcüğü, bir ülkede sınırları belli coğrafi bir
alan içinde yaşayan halkın bütününü ifade ediyor.
Politik demokrasi yaygın olarak bir ülke yönetim
biçimi olarak bilinir. Temsili
görevlilerin seçimini ve görevlilerin iş yapış biçimlerini düzenleyen
uygulamadır. Demokrasi ile
yönetilen ülkelerde, hükümetlerin kamuyu temsil ettiği ve kamunun isteklerini
yerini getirmek için çalıştığı varsayılır. Hükümetler kamunun oyuyla seçilmiş olmasına rağmen bazı
hükümetlerin kamuyu temsil ettiği bazılarının etmediği söylenir. Bunun bir nedeni hükümette yer
alanların en nihayetinde insan olmaları ve insan karakterinin kişisel
özelliklerini taşımalarıdır. Bir
yanda temsil ettikleri kamuya karşı kamusal sorumluluklar taşırlar ve
kendilerine verilen görevleri vardır. Bu sorumlulukları yerine getirebilmeleri
ve görevlerini yapabilmeleri için kamu tarafından hak ve imkanlar ile
donatılırlar. Diğer yanda bağlı
oldukları veya yakın oldukları aileleri, akrabaları, aile dostları, iş grupları
ile ait oldukları sosyal sınıfın çıkarlarına hizmet etmeye meyilli
olurlar. Kamuyu temsil etmek için
seçilen her vekil, bu vekillerden oluşan hükümet, hükümetin atadığı devlet
yöneticileri, kamusal görevleri ile kişisel çıkarları arasındaki bu çelişki ve
çatışmayı yaşar. Kamu bu çelişkiyi
kontrol edip azaltacak, temsili işlevin kişisel olana ağır basmasını sağlayacak
önlemleri aldığı takdirde politik kurumlar temsilidir denilebilir. Bu nedenle, temsili hükümet, kamunun
kendi üstünlüğünü güvenceye alması ile mümkün olur. Fakat bu nasıl sağlanacaktır?
Ülkeyi yöneten temsilcilere sağlanan imkan ve
güçler ülkeyi kendi çıkarları doğrultusunda idare etmeleri ve ülkeyi
sömürmeleri için verilen bir davetiyedir.
Ayrıca John Dewey’in tarihteki olaylara bakarak çıkardığı sonuca göre,
kamuyu temsil edecek ve yönetecek kişilerin seçimi, bu kişilerin yetki ve güçlerle
donatılması siyasi bir kazadır. Çünkü,
savcılar, hakimler, yöneticiler ve idareciler kamu yararına hizmet etme
kapasitelerinden bağımsız, pekçok başka nedenden dolayı seçilmişlerdir. Gücü
kazasonucu eline alan temsilciler devlet geleneğini ve varolan mekanizmaları
kullanarak güçlerini ülke içinde veya dışında nüfuzlu aileler ve kuruluşlarla,
birlikler ve ortaklıklar kurarak, devletin gelirlerine erişip kamu yararına
olmayan pekçok farklı işlerde kullanarak hanedanlıklarını kurarlar. Politik demokrasi, bu gelişmeleri
engellemek, kamusal - kişisel çıkar çatışmalarını önlemek, kişilere ve kamuya
ait hakları korumak için hükümetlerin güçlerini sınırlandırır. Bu sınırlama politik araçlarla
yapılır. Peki bu politik araçlar
etkili midir ve ne kadar etkilidir?
Bu politik araçlara ülkemizden bir örnek, Sayıştayın kamu adına
hazırladığı bütçe hakkı denetim raporlarıdır. Geçtiğimiz
günlerde Sayıştay raporlarıyla ilgili basında çıkan haberler, raporların
etkisiz hale getirilebildiğini gösterdi.
O halde hükümetin güçleri nasıl sınırlanacaktır?
John Dewey’e göre kamuyu oluşturan her birey bir
anlamda kamunun memurudur, kamuyu temsil eder ve kamusal sorumluluk taşır. Kamusal
sorumluluklardan birisi seçim gibi kamusal etkinliklere katılımdır. Kamu apolitik bağlarla bir arada yaşar,
fakat politika ile birbirine tutunur. Devlet yönetim sistemi olan politik demokrasi ile
sosyal bir sistem olan demokrasi birbirine bağlıdır ve birbirinden etkilenir. Fakat demokrasi olmadan politik
demokrasi gerçekleşmez. Demokrasi toplumsal yaşam biçimidir ve bireyler
yaşayarak öğrenip benimserler. Demokrasi
eğitimi evde başlar, komşuluk ilişkileri içinde gelişir ve aile, okul,
endüstri, iş, din çevrelerindeki türlü insan ilişki biçimini şekillendirir. Mükemmel ve güçlü kamu, demokrasi
eğitimi ve sosyal ilişkileri güçlendiren iletişim ile yaratılabilir.
Türkiye 17 Aralık 2013 tarihinde ülkenin en büyük
rüşvet skandallarından birisi ile çalkalandı. Aralarında bakan çocuklarının da bulunduğu kamu görevlileri,
bürokratlar, banka müdürleri “rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat
karıştırma ve kaçakçılık”
suçlarını işledikleri iddiasıyla gözaltına alındılar. Rüşvet skandalı ve
sonrasındaki gelişmeler Gezi sonrası ikinci büyük kamu hareketini tetikledi. Gezi hareketinden farklı olarak, bazı
vatandaşlardan “İktidara her gelen yedi.
Bunlar da yesin”, “Benim param değil mi, yesinler” yorumları geldi. İlk yorum, temsil edenler tarafından kamunun maddi varlığının kötüye
kullanıldığının ve kamunun kendini koruyamadığının kabulü niteliğinde. Vatandaş,
kendi seçtiği temsili hükümetten kendi kamusal haklarını korumasını istemek
yerine, yolsuzluk yapmasını normalleştiriyor ve hatta bunu bir kural olarak
benimsiyor. İkinci yorumda ise
kendini bireyselleştirerek kamudan soyutlama çabasına giriyor ve sanki bu ayrım
mümkünmüş gibi, kamuya ait maddi varlığın kendisine ait olduğunu varsaydığı bölümünün
temsili hükümet tarafından kötüye kullanılmasına izin veriyor. Her iki ifade bu vatandaşların kamu
olmanın bilincine sahip olmadıklarını gösteriyor. Bu nedenle bu tarz düşünen bireyler, kamunun bir parçası
olmalarına rağmen kamunun çıkarlarını korumayacak ve güvenceye almak için
organize olmayacaktır. Bu
vatandaşların evlerinin kapısında kilit olmadığını ve evlerini soymaya gelen
hırsızları içeriye buyur ettiklerini sanmıyorum. Konu kişisel mal yerine, kamu malı olduğunda neden bu
çelişkiyi yaşıyorlar? Çünkü John
Dewey’e göre bireysel çıkarlarını kamusal yaşamın üstünde görüyorlar. Kısacası kamusal bilince sahip
değiller. Dewey, kamusal bilince sahip olmayanların oy vermenin etkisini de sorguladıklarını,
“Oy versem ne olacak ki?”, “Ne fark edecek?”, “Oyum hiçbirşey değiştirmeyecek?” dediklerini söylüyor.
Dewey kamu bilincin gelişmemesini halkın bir yerde
kalıcı olmamasına ve bu nedenle sosyal ilişkilerini geliştirip organize
olamamasına bağlıyor. Plato ve Rousseau’a göre kamu bilincinin gelişmesi
birbiriyle ilişkili insan sayısına bağlı, bu nedenle devlet birbiriyle ilişkide
olmayı sürdürebilecek insan sayısı ile sınırlı olmalı. Gelişen iletişim teknolojisi ile
birlikte sosyal medyanın yaygın ve yoğun kullanımı iletişimde olduğumuz insan
sayısını katlandı, sosyal ilişkileri geliştirebileceğimiz yeni bir ortam
sağladı ve organize olmak için farklı yöntemler sundu. Sosyal medya üzerinden haberler çabuk
yayılıyor, fikirler ve bilgiler hızlı ve kolayca paylaşılıyor. Sosyal medya kamunun sadece görmesini
değil, konuşmasını ve tüm diğer konuşmaları duymasını sağlıyor. İnsanlar sürekli ve karmaşık bir biçimde
birbirleriyle iletişim kuruyorlar ve birbirlerini etkiliyorlar. Fiziksel, mekansal ve zamansal sınırlar
ortadan kalktı.
Sosyal medyanın polis şiddetine karşı gelişen Gezi
hareketi ve 17 Aralık rüşvet skandalı ile tetiklenen ikinci dalga Gezi
hareketinde oynadığı role bakıldığında, artık coğrafi ve zamansal kısıtların kamusal
örgütlenme üzerindeki etkisini yitirmeye başladığı görülüyor. Kamu, Dewey’in demokrasi için gerekli
bulduğu sosyal ilişkilerin gelişmesini sağlayan farklı ve yeni bir iletişim şekli buldu ve bunu kamusal
işbirliğinde ve örgütlenmede
kullanmaya başladı. Ayrıca
sosyal medyanın sağladığı iletişim şekliyle kamu yeniden doğdu ve kamusal
değerleri kişisel çıkarların üstünde tutan bir kimliği sahiplenip, benimsedi. Kollektif
düşünüp davranan, canlı, esnek fakat kalıcı, kendi kendini eğiten, sürekli
değişen karmaşık bir resme hızla cevap veren, kamusal haklarını savunan bir
yapıya kavuştu. Kamusal bilinç,
temsil edenlerin ve kamu görevlilerinin kamusal hizmete ne kadar uygun
olduklarını sorguluyor. Kamu
tarafından temsil edenlerin ve bürokratların verdikleri kararlar, yaptıkları
işler günlük olarak izleniyor ve değerlendiriliyor. Kamusal bilinç, kamunun her ferdini oy vermeye ve
verecekleri oylara sahip çıkmaya davet ediyor. Türkiye, Gezi hareketi sonrası yerel seçimler öncesi, John
Dewey’in demokratik kamu ütopyasına Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana hiç
olmadığı kadar yakın.
