Yayın Detayları: Cumhuriyet Sürdürülebilir Yaşam Eki, 27 Ağustos 2013
“Allah’ın buyruklarını umursamayan şu insanların kendi
tercihleri ile yaptıkları işler yüzünden karada ve denizde (bütün dünyada)
bozukluk (fesat) ortaya çıktı, nizam bozuldu. Doğru yola ve isabetli tutuma dönme fırsatı vermek için,
Allah, yaptıklarının bazı kötü neticelerini onlara tattırır” (Bakara; 115).
“Allah tam anlamıyla “çevre”mizdir.” Seyyid Hüseyin Nasır
Geçtiğimiz günlerde olduğu gibi hamile kadınların sokağa çıkıp çıkmaması
gerektiği, ne giyip ne giyemeyeceği, kadınların başörtüsü gibi sığ konuları
iştahla tartışan günümüz din adamları, neden insan ile çevre ilişkisi gibi daha
derin ve yaşadığımız dünyanın durumu ve geleceğimiz açısından kritik öneme
sahip konulara ilgi göstermezler?
İslami doğal çevre anlayışı ağaç sevgisi ve hayvan haklarına saygıdan mı
ibarettir yoksa İslam daha derin bir çevre etiğine sahip midir? Yaşadıkları doğal çevreyi koruma adına
yerel halkın yürüttüğü kimi medyada hiç yer bulamamış kimi ise DoğuKaradeniz
bölgesinde HES’lere karşı Gerze’de termik santrala, Kaz Dağlarında maden
şirketlerine karşı verilen mücadeleler gibi sesini duyurabilmiş mücadelelere
din adamları ve İlahiyat fakültelerinin hocaları neden ilgi göstermez ve halkın
yanında yer almaz? Dereler sanayi
tesisleri, maden işletmeleri ve evlerden boşalan atık sular ile kirlenirken,
neden hiçbir din adamı suyun kutsal olup kirletilmemesi gerektiğini söylemez? Bitki ve hayvan çeşitliliğinin yüksek
olduğu alanların korunması ve milli parkların genişletilmesi çalışmalarına
neden hiçbir din adamı destek vermez?
Baş döndürücü hızla artan tüketim alışkanlığı ve sonrasında ortaya çıkan
çöp ve kirlilikle ilgili neden hiçbir din adamı yorum yapmaz?
Elime geçen “İslam ve Ekoloji: Bahşedilmiş Bir Emanet” kitabı kafamı meşgul
eden bu sorulara cevap bulmam için önüme bir yol açtı. “Çevre, ekoloji, çevre sorunları,
İslam” anahtar sözcükleri ile Türkçe ve İngilizce Google’da yaptığım araştırma
ile çeşitli bilimsel kaynaklara ulaştım.
Malesef Türkiye’de doğal çevre konusunda çalışan sadece bir bilim
insanının ismi öne çıktı, İbrahim Özdemir. Seyyid Hüseyin Nasır, Fazlun M. Khalid, Nawal Ammar ve
Arthur Saniotis’in makalelerini inceledim. Çok derin ve farklı boyutları olan
konuyu bu kaynaklara dayanarak özetle açıklamaya çalışacağım.
Çevre Sorunlarında Tek Tanrılı Dinlerin Rolü Var Mıdır?
1968 yılında Lynn White “Çevre Krizinin Tarihi Kökenleri” başlıklı
makalesiyle Hristiyan ve Musevi dini geleneğin insan-merkezli olduğunu ve
“doğaya hükmetme” hakkını kendine bahşedilmiş bir hak olarak görerek bilim ve
teknolojinin bu amaçla kullanılmasına neden olduğunu savundu. White’e göre çevre sorunlarını
konuşurken dinin rolünü tartışmadan ve varolan anlayışa karşı, dini temelli yeni
bir bakış açısı geliştirmeden bu sorunların üstesinden gelinemez. White’in makalesine paralel olarak, Seyyid
Hüseyin Nasır da 1968’de yayınlanan “İnsan ve Doğa” kitabında çevre krizinin
İslamiyetteki manevi köklerine işaret etti. Nasır’ın tezine göre, İslami öğretiler doğal çevreye ve
doğa-insan ilişkisinin uyumuna dair bilgiler içermesine rağmen İslam toplumları
üzerinde nüfuza sahip din alimleri ne bunları savunuyor ne de hükümet ve
şirketlerin çevre sağlığına zarar veren girişimlerini eleştiriyor.
İslami Doğal Çevre Görüş ve Etiği
Kuran ayetlerini inceleyen din alimleri İslam’ın evrene bütüncül bir bakış
açısıyla baktığı, ekosistemleri, doğal döngüleri ve ekolojik dengenin varlığını
örneklerle verdiğini söyler.
İbrahim Özdemir “Yeryüzünü bir döşek, göğü de bir kubbe yapan; gökten
yağmur indirip, onunla (bize) rızık olarak çeşitli mahsuller çıkaran
Rabbimizdir” (Bakara; 22) örnek olarak gösterir.
İslami düşünceye göre evrenin kendisi Allah’ın ilk vahyidir ve doğada her
varlıkta Allah’ın belirtilerini görmek mümkündür. Bu nedenle evren
kutsaldır. Birlik, denge ve uyum
ilkeleri ile yönetilir. Bu anlayış, İslami etiğin ilk ilkesi tevhidi oluşturur.
Doğa sadece insanların kullanımı için yaratılmamıştır ve asıl Tanrı’nın gücünü
yansıtmak için vardır. Her varlık
hak sahibidir ve insanoğlunun buna uygun davranması gerekir. Doğanın sahibi değil hizmetinde olmak
İslami çevre etiğinin ikinci ilkesidir. Gelecek nesillerin haklarını korumak ve
onlara doğal çevreyi temiz bırakmak da üçüncü temel ilke olarak kabul edilir.
İslami Doğal Çevre Görüşü Önündeki Engeller
Bu din alimleri çevre krizinin Batı uygarlığının ürünü olan modern
teknoloji ve modern bilimle doğrudan ilgili olduğunu savunuyorlar. İslami ülkelerin yöneticileri bilim ve
teknolojiyi taklit etmeye çalışarak kürsel ekonomik düzenin bir parçası
olmaktan öteye geçemiyorlar. Hükümetler kendi kültürlerine uygun özgün modeller
yaratmak yerine Batının modellerini körü körüne uyguluyorlar. Kendilerine karşı gelenleri ellerindeki
iktidarı kullanarak bastırıyorlar.
Camilerdeki vaazlar Peygamber’in hayvan sevgisinin ve ağaç dikmeye verdiği
önemin ötesine geçmiyor. Örneğin;
biyoçeşitliliğinin ve doğal alanların korunmasının öneminden, aşırı tüketimin
yarattığı kirlilikten veya küresel ısınmaya bağlı tehlikelerden
bahsetmiyorlar. Çünkü, İslami
ülkelerdeki geleneksel din bilginleri çevreyle ilgili İslami öğretileri yeniden
formüle edip, toplumun geniş kesimine aktarılması konusunda ya duyarsızlar veya
hazırlıksızlar ya da isteksizler.
İslam teolojisi de “Doğa teolojisi”ne pek fazla eğilmemiş durumda.
Giderek derinleşen ve yayılan çevre krizine karşı ülkemizdeki İslam alimleri
somut adımlar atıp, bilimcilik, indirgemecilik ve materyalizm esaslı modern
bilim ve teknolojiyi savunmak yerine, “Doğa teolojisi” üzerine yoğunlaşarak,
doğal çevre ile insanın uyumlu beraberliğini formüle eden ve halkın kavrayıp benimseyeceği duru bir dille
ifade eden çalışmalar yapabilirler.







